Yeni dünya düzeni şakası

04:0015/02/2018, Perşembe
G: 15/02/2018, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Yeni Dünya Düzeni kavramının, giderek içinin boşaldığını düşünüyorum. Hele hele bu kavramın içinin ABD siyâsetleriyle doldurulacağına dâir yaygın beklentiyi düşündüğümde kanâatim daha da pekişiyor doğrusu.ABD’nin “Yeni Dünyâ” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Bu tanım veyâ tasvir bir hayli ilham verici olmuştur. Yeni kıt’a, insanlığa, kendisini sıkıştıran, boğan, umutsuz ve çâresiz bırakan târihsel coğrafyalarından kaçabileceği; hayâtını yeniden kurabileceği fırsatları ilhâm ediyordu. Amerikalar,

Yeni Dünya Düzeni kavramının, giderek içinin boşaldığını düşünüyorum. Hele hele bu kavramın içinin ABD siyâsetleriyle doldurulacağına dâir yaygın beklentiyi düşündüğümde kanâatim daha da pekişiyor doğrusu.



ABD’nin “Yeni Dünyâ” olarak adlandırıldığını biliyoruz. Bu tanım veyâ tasvir bir hayli ilham verici olmuştur. Yeni kıt’a, insanlığa, kendisini sıkıştıran, boğan, umutsuz ve çâresiz bırakan târihsel coğrafyalarından kaçabileceği; hayâtını yeniden kurabileceği fırsatları ilhâm ediyordu. Amerikalar, tabiî ki başta ABD olmak üzere zamansal ve mekânsal olarak âdeta bir “sıfır” noktasıydı. Bu durum sanatların her türüne de etkimiştir. Meselâ aklıma ilk olarak Antonin Dvorak’ın meşhûr ve çok etkileyici olan 9. Senfonisi gelir. Senfoninin adı Yeni Dünyâ’dır (New World).

Ama, Yeni Dünya sâdece iyimser, aydınlık beklentilerin karşılığı değildir. Bunun tersi de câridir. Bu noktadan bakıldığında aklıma Aldous Huxley’in anti ütopyası olan Brave the New World geliyor. Francis Bacon’ın, daha bu işlerin şafağında yere göğe koyamadığı bilimsel, nesnel gelişmelerin insanlığa ödetebileceği ağır bedelleri işleyen fevkalâde bir eserdir bu. Francis Bacon ne kadar beyaza oynadıysa, Aldous Huxley yüzyıllar sonra o kadar siyaha oynamaktadır. Nedense ve kanâatimce daha fazlasını hakketse de Orwell’ın 1984 romanı kadar yaygın bir ilgiye mazhar olmayan Brave the New World’ün 1930’ların sonunda; yâni daha II. Genel Savaş’ın ağır felâketleri yaşanmadan evvel yazılmış olması da daha ilginç olsa gerekir. II. Genel Savaş’ın şafağında bilimsel gelişmelerin ve modernleşmenin ileri amaçlarına olan bağlılık ve imân halâ had safhadadır. Her neyse; ama görülen o ki, Yeni Dünyâ o kadar da mâsum ve güvenilir bir kavram değil.

Diğer taraftan Yeni Dünyâ Düzeni kavramının ilhâm kaynağının Avrupa olmadığını düşünüyorum. Yeni Dünyâ Düzeni her tarafıyla Pax Americana kokuyor. Belki de Kant’ın Ebedî Barış projeksiyonunun, felsefî derinliklerinden ve inceliklerinden arındırılmış somut, pratik bir karşılığı bu. Yeni Dünyâ Düzeni, II. Genel Savaş sonrası kullanılmaya başlandı. Ama tamamlanmamış, eksik ve ikircikli bir şekilde. Dehşet Dengesine dayalı, İki Kutuplu Dünyâ bu eksikliği imler ve projenin tamamlanması gerektiğini sürekli olarak imâ eder.

Dünyâ Düzeni, üstelik eğer “yeni” olacaksa, eskisinden daha fazla öngörülebilir ve güvenilir bir dünyâ olması beklenir. 1989’da Duvar’ın yıkılması neticesinde ortaya çıkan yanılsama da buydu. Ârıza çıkaran Sovyet Kampı çökmüş; projenin tamamlanmasının önünde hiçbir engel kalmamıştı. Ama gidişât böyle olmadı. Hattâ tam tersi bir evrilmeyi yaşamaya başladık. Aklı başında olan kimse, 21. asrın dünyâsının 20. asrın dünyâsından daha fazla öngörülebilir ve güvenilebilir dünyâ olduğunu söylemeyecektir. Aslında bunun tam tersi geçerlidir.

Şimdi sadede gelelim: II. Genel Savaş sonrasında ortaya çıkan Dünyâ Düzeni, aslında şöyle veyâ böyle belirli bir işbölümünü içermekte; mal ve hizmetlerin üretim, dolaşım, bölüşüm ve tüketimini tanımlamaktaydı. Bunun, çeşitlemeleri olan Keynesçi ekonomipolitikler olduğuna farklı vesilelerle dikkât çektik. Süreç kabaca Pax Americana olarak biliniyor. Ama Pax Americana nihâyetinde dehşet dengesine dayandığı için dâima eğreti kaldı. Projesinin engellendiği ve eksik kaldığı izlenimi aslında bu eğretiliği örtüyordu. Yegâne başarısı Asyaî (Japonya) ve Avrupâî (Almanya) militarizmlerini baskılamasıydı. Ama, artık görüyoruz ki bütün bunlar kendi militarizmine alan açmakla âlâkalıydı.

Doğrusu ben ABD mahreçli bir Dünyâ Düzeni kavramının manâlı bir beklentiye karşılık geldiğini düşünmüyorum. Bunun esaslı bir şekilde kaynaklarla alâkalı olduğu kanâatindeyim. ABD sınırsız kaynaklara sâhip olduğu için, meselâ Britanya’nın bir zamanlar olduğu üzere, kendisi dışındaki dünyâya bu açıdan bağımlı değildir. Dolayısıyla kendisi dışındaki dünyâyı düzene sokmak gibi bir endişesi olmayacaktır. Tam tersine dünyâya nizamsızlık verdiği nispette kendi varoluşunu daha da güçlendirecektir. Uluslararası ilişkiler literatüründe “oyun kurmak” ve “oyun bozmak” kavramları sık kullanılıyor. Ama bence yanlış bir şekilde. ABD’yi “oyun kurucu” , üstelik en büyük oyun kurucu güç gibi görmek bir hatâdır. Tam tersine ABD en büyük “oyun bozucu” güçtür. Ortadoğu’daki beceriksizlikleri tesâdüfî ve ârızî değildir. Kanâatimce “ABD aklını mı kaybediyor?” tarzı sorular sormamız bîhudedir. Bu tarz şaşkınlıklar onun oyun bozucu siyâsetlerinin yanlış hesap ve beklentilerle değerlendirilmesinin neticesidir. Biraz dikkât edilirse bu çok kolay anlaşılacaktır. ABD dünyâya hiç bir şey vaad etmiyor. Gelecekteki dünyâ işbölümüne dâir; meselâ Çin’in Yeni İpek Yolu projesi benzeri, en küçük bir teklifi yok. ABD’nin dünyâ sahnesine sürdüğü iki şey var: Dolar ve silâh… Sürümlerini ve bunların çevrimini garanti altına almak için kullanacağı tek bir duygusal sermâyesi var: korku.. Korkuyu örgütleyebildiği ve yönetebildiği nispette kaotik siyâsetlerini işletebiliyor. Mesele Ortadoğu ise, Ortadoğu’ya bir düzen sağlamak ABD’nin çıkarlarına gölge düşürecektir. Ama siyâsetçileri tabiî ki bu rolü oynayacaktır. Hem de Hollywood’da inandırıcı oyunculuğa zirve yaptırmış Stanislavski’nin “metod” oyunculuğuyla…

#ABD
#Dünya Düzeni
#Politika