Yürüyüş…

04:0019/06/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
Süleyman Seyfi Öğün

insan sâdece eyleyen bir varlık değil. İnsan eyledikleri üzerine düşünen ve onları, çeşitli manâlar vererek yeniden kurgulayan bir istidâta da sâhip. Bu süreçler içinde, çok tabiî olsa gerekir, eylemelerimiz “orijinâlitesini” kaybediyor. Çok basit bâzı işlevlere karşılık gelen eylemeler çok başka manâlar kazanıyor. Meselâ yemek yemek hayâtımızı idâme ettirmek için “olmazsa olmaz” bir eylemedir. Ama gusto veyâ gastronominin târihi böyle söylemiyor. Çatal, kaşık, tabak, sofra örtüsü, masayı süsleyen,

insan sâdece eyleyen bir varlık değil. İnsan eyledikleri üzerine düşünen ve onları, çeşitli manâlar vererek yeniden kurgulayan bir istidâta da sâhip. Bu süreçler içinde, çok tabiî olsa gerekir, eylemelerimiz “orijinâlitesini” kaybediyor. Çok basit bâzı işlevlere karşılık gelen eylemeler çok başka manâlar kazanıyor. Meselâ yemek yemek hayâtımızı idâme ettirmek için “olmazsa olmaz” bir eylemedir. Ama gusto veyâ gastronominin târihi böyle söylemiyor. Çatal, kaşık, tabak, sofra örtüsü, masayı süsleyen, içindeki çiçeklerle birlikte bir vazo , servis yapan kibar bir garson, çeşitli inceliklerle donanmış bir sofra âdâbı, romantik bir müzik ve sevgiliyle başbaşa yenen bir yemek… Bu tablo yemek yeme işinin nerelere kadar götürüldüğünü gösteriyor. Seçkin zevklerle tercih edilen bir lezzet farkı… Uzatabiliriz; ama görünen o ki, artık sâdece hayâtımızı idâme ettirmek için yemek yemiyoruz. Yemek yeme eylemi, artık yemek yeme eylemi olmaktan çok, ama çok uzak bir yerlere taşınmış durumda… Belki de, medeniyet dediğimiz târihsel birikim insan eylemelerinin orijinalitesinden olan sapmaların eşlenmesinden başka bir şey değil.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “adâlet” yürüyüşü de bana, nedense işin bu veçhesini düşündürdü. Fiillerden yola çıkmak bana her zaman düşünmenin sağlam, güvenilir bir başlangıcı olarak gözükmüştür. Yürüyüş elbette bir hareketliliği anlatıyor. İnsan ne için yürümüştür ki? Orijinal olarak “yürüyüş eylemi, öngörülmüş bâzı amaçlar için yer değiştirmeyi; o amaçlara yakın bir yerlere ulaşmayı ifâde eder” dersek yanılmış olmayız. Bu eylem yine işlevsel bir şeylere karşılık geliyor. Meselâ atalarımız avlarını izlemek için yürürler, yer değiştirirlerdi. Bunu anlamak mümkündür. Verimli otlaklara ulaşmak için yürümek de göçerlik dâiresinde yine hayâtî bir amaca mâtuftu. Yürüme eylemi, daha sonraları “ticârî” ve “dînî” (Hac gibi) manâlar da kazandı.

Belli bir aşamada, yürüme eylemini, belki de ortadan kaldırmayan; ama alabildiğine kısıtlayan bir gelişme yaşandı: Yerleşik hayât… Bu da, bence medeniyetin en büyük açmazlarından birisini doğurdu. Soru şuydu: Yürüyerek ve yer değiştirerek mi; değilse yerleşerek, yâni yürüme eylemini sınırlandırarak mı yaşayacağız? Bu durum, ilkinde ısrarlı olanlar ile ikinciler arasında büyük bir ihtilâfa dönüştü. Yerleşik olanlar yürüyenleri hiçbir zaman sevmediler. Hacılar hâriç ne göçerler ne de tüccarlar sevildi. Yerleşik hayat kendi kültürel kodlarını yarattı ve yürüyenleri bu kodlara uyum sağlamaya icbâr etti. Bu dayatmalar “yürüyenleri” protest bir tepki vermeye itti. “Oturanlar” ve “yürüyenler“ arasındaki kavga asırlara sârîdir.

İbn-i Hâldun’un Mukaddime’sinde anlatılan da aslında budur. “Oturanlar“ refaha eriyor, “yürüyenler” ise kıt kanâat bir hayâta mahkûm oluyordu. Bu kavga bâzen, özellikle de büyük kıtlıklarda yürüyenleri azgınlaştırıyor ve oturanların dünyâsına, yağma amaçlı olarak saldırtıyordu. Ama süreç çok tuhâf işliyordu. Evet ilk etapta bir zamanların yürüyenleri, oturanları oturdukları yerden ediyordu. Ama yürüyenler oturanlar hâline gelince, kazanan yine yürüme eylemine karşı oturma eylemi oluyordu. Yâni ilk başta kazananlar aslında kaybedenlerdi.

Yürüme eylemi târihsel olarak çevrimsel bir izleğe sâhipti. Modernlik, yürüme eylemini alabildiğine sınırlandırdı. Dahası; çevrimselliğini de tahrip edip; diğer bütün hareketlere yaptığı gibi disiplin altına aldı ve legâl bulduklarını rutinleştirdi. Bu süreçte tüccarlar aklandı. Hacılar ise çoğu defa turistleştirildi. Diğer taraftan modern siyâsal protest hareketler, nomadik atalarından devraldıkları miras doğrulturunda “yürümeyi” esaslı bir eylem tercihi olarak benimsedi. Toplanmak ve yürümek modern dünyânın başat protest metodu oldu. Hoş; zaman içinde bunlar da evcilleştirildi ve kurallara bağlanarak sisteme katıldı. Artık yürüme eyleminin yeni adı “gösteri” oldu. Göstermek için yürümek, yürümenin en light formudur.

Modern insanın oturmak için her zaman olduğundan daha fazla konforlu bahanesi vardı. Şunu da gördük: her konfor aynı zamanda kendi sorunlarını ve şikâyetlerini de doğurur. Konfor sâyesinde kazandığımız şeylerden daha fazlasını da kaybeder olduk. Oturma eylemi -eylemsizlik mi desek- sağlığımızı tehdit edince, sağlık için yürümek özendirildi. Tıp otoriteleri “obezite karşıtı” yürüyüş çağrıları yapıyor. Bize söylenen şu: Ölmemek için yürüyün...Hemen kaydedelim; bunun da büyük bütçeli ve kârlı endüstrileri kuruldu. Sürekli dönen bir çarkta yürüyen ama bir arpa boyu yol alamayan Hamster misâli, bir yere gitmeden bizi yürüten “yürüyüş bandı” bunun en hazin icâdıdır. Yürüyüş bandı, yürüme eyleminin geldiği en açmazlı hâli bize anlatıyor.

Pekiyi, siyâsal amaçlı yürüyüşler ne oldu? Sayın Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş nedense aklıma Tom Hanks’in etkileyici bir oyunculuk sergilediği, yürüme eyleminin en “non-sense” hâllerini anlatan Forrest Gump filmini getirdi. Bu filmi seyretmiş olanlar ne demek istendiğini çok iyi anlar…

#İbn-i Hâldun
#Kemal Kılıçdaroğlu
#Hac