Yine ve yeniden Akdeniz

04:006/10/2022, Perşembe
G: 6/10/2022, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Yeni Şafak·Süleyman Seyfi Öğün - Yine ve yeniden AkdenizAkdeniz aslında dünyânın en büyük ve kritik iç denizidir. Cebel-i Târık gibi dar bir su geçidi üzerinden Atlantik’e bağlanır. Sonradan insan eliyle açılan Süveyş, Akdeniz’i Kızıldeniz üzerinden Hint Denizi ile birleştirir. Marmara boğazları ise onu Karadeniz ile buluşturur. Kabûl etmeliyiz ki, bâzı coğrafya bilgilerimiz ve adlandırmalar zihnimize oyun oynayabilir. Akdeniz bizzat bir iç denizdir; ama kendi içinde de daha küçük iç denizlere sâhiptir.


Akdeniz aslında dünyânın en büyük ve kritik iç denizidir. Cebel-i Târık gibi dar bir su geçidi üzerinden Atlantik’e bağlanır. Sonradan insan eliyle açılan Süveyş, Akdeniz’i Kızıldeniz üzerinden Hint Denizi ile birleştirir. Marmara boğazları ise onu Karadeniz ile buluşturur. Kabûl etmeliyiz ki, bâzı coğrafya bilgilerimiz ve adlandırmalar zihnimize oyun oynayabilir. Akdeniz bizzat bir iç denizdir; ama kendi içinde de daha küçük iç denizlere sâhiptir. Karadeniz bunlardan birisidir. Azak Denizi de, onun içinde bir başka iç denizdir. Birisinin adı Ak, diğerinin ise Kara olması bu iki denizi ayırmıyor. Karadeniz bizzat Akdeniz’in bir parçasıdır.

Bu coğrafî bütünlüğün
jeopolitik ve jeokültürel
açılımları ise farklıdır. Harita üzerinden ilerleyecek olursak yine görürüz ki, Akdeniz içinde, târihsel deriniliği ve pratikleri olan jeopolitik, bir
Batı-Doğu ayırımını
düşündürür. Bugünkü İtalya,
içine Sicilya ve Malta’yı da alarak Doğu Akdeniz’in başladığı yerdir.
Dar Adriyatik Denizi İtalya karasını Balkanlar’a bağlar.
Bugünkü Fransa ve İspanya sahilleri, Sardunya ve Korsika gibi adalarla berâber bunun batısında
kalır. Batı Akdeniz’e
Cezâyir ve Fas
güneyden dâhil olur. Doğu Akdeniz’in güneyde Afrika ile buluştuğu yerler ise
Libya ve bir miktar da Tunus’u
kapsar. Bu coğrafî yakınlıklara ve iklim paydaşlıklarına rağmen, dinsel ve etnik bağlar bu coğrafyadaki mukadderat bağlarını örselemiş, toplulukları birbirine düşman kılmıştır.
Bugün İtalya, ideolojik olarak Latinlik ve Katoliklik temelinde kendisini İspanya, Fransa ve hattâ Portekiz’e yakın görür. Bu tez aslında târihsel temelde Romalılık geçmişi ile çelişir. Çünkü Roma, ilk olarak rakibi Kartaca’yı, kelimenin tam mânâsıyla haritadan ve târihten silerek doğuya doğru harekete geçmiştir.
Roma, Batı târih masallarında anlatıldığı gibi modern Batı’nın kültürel siciline karşılık gelmez.
Evet, Roma’nın bir batı mâcerası vardır. Bugün Fransa, İspanya, hatta İsviçre ve Britanya adasında ufak tefek Roma kalıntıları bulunabilmektedir. Bunlar büyük bir titizlikle korunur ve hakkında abartılı yorumlar yapılır. Ama Avrupa’da, tabiî ki İtalya hâriç, doğru düzgün bir Roma şehri harâbesine rastlayamayız.
Namlı Roma şehirleri tekmil Doğu Akdeniz’dedir.
İlk misâlleri Balkanlar’da karşımıza çıkar, Ama en şâşaalı olanları Anadolu’da, Mezopotamya’da, Levant civârında ve kısmen de Mısır’dadır. Avrupa’da, bir
Bergama, Zeugma, Palmira
veyâ
Petra
gibi bir şehir bırakmışlar mıdır Romalılar? İlk ikisi Türkiye’de, üçüncüsü Sûriye’de, sonuncusu ise Ürdün’dedir. Aslında Batı’nın kendisine dayanak noktası olarak aldığı Roma, pagan târihi bir tarafa, Katoliklik üzerinden Roma ile bağdaştırılamaz. Evet Katolik Kilisesi’ni Roma kurdu. Ama İtalya karası barbar istilâsı neticesinde kopunca tek başına kaldı. Kilisenin siyâsal iktidâr ile bağlantısı (sezaropapizm) yeni merkez olarak İstanbul’da devâm etti. Zaman içinde İstanbul Kilisesi ondan ayrıştı ve Ortodoksluk temelinde yeniden yapılandı. Bu iki kilise arasındaki husûmetin târihi çok köklüdür ve herkesin mâlûmudur ki, elyevm devâm eder. Katolikliğin târihi feodalite içinde demlendi ve bambaşka bir yere evrildi.
Roma’nın brüt değil, net târihi bir antik formasyon olarak bir Doğu Akdeniz medeniyetine, ezcümle Doğulu bir târihe tekâbül eder.
Batı’nın özbilinci muhayyel olarak inşâ edilmiş ve feodal bir evrim geçiren Katolik Kilisesi’nin geliştirdiği, esâsında antiordodoks temellere dayalı bir Batı-Doğu ayrımının (husûmetinin) yorumuna dayanır. Bunun içinde
Hristiyanlık ortak paydasının çekimi üzerinden derin siyâsal ve dinsel ortodoks geçmişinden arındırılarak Roma, Rousseaugil bir paganlık mefâhirinin çekimi üzerinden de Grek geçmişinin sâhiplenilmesine dayanır.
Hârice itilen ise İslâmiyet, bilhassa da onunla özdeşleşen Türklük olmuştur. Modern İtalya ve Yunanistan, kapitalist birikimi merkezîleştiren Avrupa mâmulü muhayyel târih tezinin câzibesine kapılıp dâirenin dışına çıkmıştır. Bunu etnik iddialı diğer kopuşlar tâkip etmiştir. hâsılı, sun’i jeokültürler, derin bir rasyoneli ve geleneği olan jeopolitiki parçalamıştır.
Bizim hâkim târih tezimiz de maalesef bunu kabûl eder. Doğululuğu İslâmiyet ve Türklük olarak benimseyerek müdafaaya çekilir. Halbuki ciddî târih kaynakları
Osmanlı’yı III. Roma olarak
değerlendirir. Doğrusu da budur. Osmanlı, Balkanlar, Anadolu, Mezopotamya ve Levant alt kıt’alarıyla, Tuna’dan Fırat ve Dicle’ye, Doğu Akdeniz’in birliği, dirliği ve selâmetini temsil eden Roma’nın ihyâsıdır. Fâtih Sultan Mehmed büyük bir restoratördür. Kayzer sıfatını büyük bir gururla taşır. Osmanlı, İslâmî zenginliği içinde Roma’yı ayağa kaldırmıştır. Yıkıldığı zaman bu coğrafyalarda ne barış ne de huzûr kalmıştır.
Artık
Avrupa sönümleniyor.
Bu sönümlenme sâdece ekonomik değil, içinde
Avrupa birliği, Avrupalılık bilinci de eriyor.
(Baksanıza, Faşist İtalyan lideri Fransa’ya nasıl da köpürüyor). Kur’an’da da buyurulduğu gibi “
her
şey aslına
döner
”. Türkiye ile Libya arasındaki köprü bunun için çok mühim. Hat çiziliyor. Osmanlı’nın torunları işbaşında. Ne kadar bunun şuurundalar, bilmiyorum. Ama “Doğu Akdeniz’de biz varız” diyoruz. Yunanistan’ın yaptığı târihsel hatâ da iyot gazı gibi açığa çıkıyor. Tabiî ki bunları söylemek, söyleyeni Yeni Osmanlıcılık gibi ucuz bir suçlamaya mâruz bırakır. Hiç mühim değil. Benim zihnimde ihyâcılık ihtirasları değil, sâdece
Bizim Deniz’in
(Mare Nostrum)
barışı
var…
#Akdeniz
#Cebel-i Tarık
#Batı
#Doğu
#Roma