Yapısal açılardan hayli sorunlu bir doğum olan Weimar Cumhûriyeti 1929 dünyâ buhrânı neticesinde yıkıldı ve küllerinden mâhut Hitler ve Nazi hareketi doğdu. Buhranlar, daha evvel herkesin farkına vardığı, belki günlük konuşmalarda dedikodusunu yaptığı; ama çok defâ görmezden geldiği veyâ farklı bir şekilde gördüğü her nev’i yozlaşmayı açığa çıkarır. Weimar Cumhûriyetinin değerlerini müdafaa eden elitler, bilhassa göreli başarıların sağlandığı Altın 20’lerde aşağıdakilerin önüne bir refah modeli
Yapısal açılardan hayli sorunlu bir doğum olan Weimar Cumhûriyeti 1929 dünyâ buhrânı neticesinde yıkıldı ve küllerinden mâhut Hitler ve Nazi hareketi doğdu. Buhranlar, daha evvel herkesin farkına vardığı, belki günlük konuşmalarda dedikodusunu yaptığı; ama çok defâ görmezden geldiği veyâ farklı bir şekilde gördüğü her nev’i yozlaşmayı açığa çıkarır. Weimar Cumhûriyetinin değerlerini müdafaa eden elitler, bilhassa göreli başarıların sağlandığı Altın 20’lerde aşağıdakilerin önüne bir refah modeli koyuyorlardı. Kitlelerin, Weimar başarılarının içinde yaşanan yozlaşmaları görmezden gelmesi veya başka şeylere yorması bu modelin kendi bireysel hayatlarında da karşılığını bulacağına bel bağlamalarıydı. Değilse, en büyük yozlaşmaların en parlak devirlerde ortaya çıktığının herkes farkındaydı. Yâni, Nazizmin doğuşunun şartlarını 1929 Büyük Buhrânı’nda aramak son derecede basitçi bir değerlendirme olur. 1929 Buhrânı, Altın 20’ler’in günlük hayatlardaki birikimini infilâk ettirdi. Alman bürokrasisinin ne kadar yozlaşmış olduğunu, Weimar özgürlüklerinin bu yozlaşmaların katsayısını arttırdığının herkes farkındaydı. Siyâsal elitlerin de yozlaşmadan nasiplerini aldığının; demokratik kurumların her nev’i mes’uliyetsizliğin hüküm sürdüğü, birer gevezelik mahfellerine dönüştüğünün de herkes farkındaydı. Sol hareketler ümitvâr gözükse de, çoğu küçük burjuva olan sol elitler mârifetiyle yaşanan ne idüğü belirsiz siyâsal amipleşmeler bu hareketlere olan güveni zedelemekteydi. Junkerci, askerî elitlerin bürokrasi içindeki uzantılarıyla bir darbe yaparak iktidâra gelmeleri ve Almanya’nın intikâmını almaları ise, her başarısız teşebbüste biraz daha eriyen bir ihtimâldi. Çürüyen Weimar demokrasisinin tasfiyesinde en efektif tercih dip dalgalarını tâkip eden ve bu demokrasinin imkânlarını kullanan bir hareket olabilirdi. Çürümüş ve inandırıcılığını kaybetmiş bir demokrasinin tasfiyesi demokratik bir “Altın Vuruş” üzerinden olabilirdi. O zaman da kimsenin söyleyecek bir lâfı kalmazdı.
En azından ekonomik târih itibârıyla Weimar Almanyası’ndaki Altın 20’lerin ABD’deki karşılığı Altın 50’ler olsa gerekir. Altın 50’leri Gümüş 50’ler tâkip etti. Durum herşeye rağmen fenâ sayılmazdı. Gümüş 60’ları ise Bronz 70’ler ve Teneke 80’ler tâkip etti. ABD’nin merkezinde olduğu ve onun adını taşıyan bir medeniyet rüyâsını içeriden aşındıran süreçler işlemekteydi. 1970’lerin başındaki dönüşümler, Bretton Woods sistemi, bürokrasileri ve kamucu siyâsetleri önplâna çıkaran ithâl ikameci sosyal politikaların geleceğini karartan süreçlerin fitilini yaktı. Finansal disiplinlerin terk edilmesi ve dalgalı kur sistemine geçiş karârları, enflasyonist süreçleri ve işsizliği patlattı.. 1973 Petrol Buhrânı, 1980’lerdeki aşırı enflasyonist süreçler ve bunların arkasından gelen; çözüm adına sorunları kronik ve içinden çıkılmaz hâle getiren neoliberal dalga siyâsetleri ve finansal uygulamalar manzarayı ana başlıkları üzerinden özetlemektedir. 1990’lardaki ve nihâyet 2000’lerdeki krizlere uzanan muhtasar bir ekonomik târih okuması, insana meseleyi bir çırpıda kavratabilir.
Tıpkı Weimar zamanlarında olduğu üzere herkes bunların farkındaydı. Ama bu farkındalık son derecede bulanık ve başka dinamiklerin gölgelediği ve meseleyi başka gösterdiği bir uyurgezer farkındalığıydı. Bir defâ, 2008’e gelinceye kadar her kriz ârızî görülüyordu. 1980’lerdeki buhranları Sovyetler’in çöküşü gölgeledi. Hâlbuki görmesini bilen gözler için Sovyetler’in çöküşü içine en başta ABD’yi alan sistemik bir çöküşün ilk göstergesiydi. Ama böyle görülmedi. Zâfer esrikliği ve şımarıklığı içinde sistemik ekonomik sorunları daha da katmerlendirecek neoliberal uygulamalar devreye sokuldu. Sözüm ona, herşeyden mes’ul olan bürokrasilerdi. Müthiş bir antielitist söylem icat edildi. Verimlilik sağlamak adına sosyal devletler, her türlü kurum ve kuruluşlarıyla çökertildi. Aslında süreç hiç de antielitist falan değildi. Bu bir perdelemeydi. Sosyal devleti taşıyan bürokratik elitlerin yerine ondan nefret eden yeni bir elit, teknokrasi geliyordu, hepsi o kadar. İstenen siyâsal/idârî güçlerin, ekonominin güçlerine şu veyâ bu sâikle müdahale etmesinin önüne geçmek; daha kavramsal ifâde edecek olursak, siyâsetin ekonominin değişim değeri olmasına son vermekti. Değilse, bürokrasilerin varlığı ilkesel bir tartışmanın konusu değildi. Sosyal devletler her yerde yıkıldı, ama bürokrasiler yok olmadı. Sâdece daha teknokratik görünümlü yeni bürokrasiler vardı karşımızda. Teknokratik tercihler genellikle bürokrasilerden yılgınlık duyulan durumlarda ortaya çıkar. 1980’ler bürokrasilerin günah keçisi yapıldığı ve teknokratları(?) iktidarlara taşıyan dönemlerdi. Teknokratın meşrûiyetini kendi uzmanlığı sağlar. Bu açıdan, teknokratik kadroları besleyen ve işbaşına getiren süreçler hiç de demokratik değil; tam aksine otokratik ; yâni iktidârını ve meşrûiyetini kendisinden alan süreçlerdir. Artık işletmecilik ile özdeşleşen sathî bir ekonomi ile mühendisliğin evliliği, teknokratik dönüşümün merkezindedir.. Bu da bürokrasinin sorumluluğunu ortadan kaldıran, onu çok defâ layüsel kılan, bürokratik/teknokratik bir narsizmle yer değiştirmiştir. Yuppicilik her nev’i türeviyle bunun ideal tipidir. Bürokrasi neticede sosyal bir mes’uliyet ilkesi üzerinden değerlendirilir. Onun yerini alan teknokrasinin böyle bir derdi yoktur. Ne kadar lümpeleşirse lümpenleşsin yerini koruyabilir. Çünkü hesap vereceği bir yer yoktur.
Elbette yuppie, 1980’lerdeki sert hâliyle kalmadı. Zaman içinde başka şekillerde kültürlendi. Bunda da 1968’in rûhu çağrıldı. Bir şekilde yuppi ve hippi sentezi oluştu. Woke onun ideolojisidir. X,Y ve Z gibi rumuzlandırılan nesiller bu sentezlemenin türevleridir. Onca buhrâna rağmen, en azından 2000’lerin başına kadar Amerikan Rüyâsına olan inancın devâm etmesini bir şekilde onlar sağladı. Düz bürokrasinin yerini alan narsisist teknokrasi ve onu yumuşatan woke artık inandırıcı değil. 2008, Pandemi ve ekonomik çürüme, tıpkı Weimar zamânında nasıl bir antielitizme dönüştüyse, Trump’ı da aynı tema üzerinden iktidâra taşıdı. Pekiyi, Woke elitleri tasfiye etme işini üstlenen Musk burada kim? Cevâbını hemen verelim: Yeni elitin ideal tipi. Herşeyiyle bir tekno faşist… Evet teknofaşizm, teknokrasinin yeni yorumu ve başat özelliği Woke safrasından nefret etmesi…
#Tarih
#Politika
#Süleyman Seyfi Öğün
Yorumlar
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
agokcul75
Trump (tekno faşistler) küresel düzeyde yeni bir dünya (paylaşım) savaşı çıkartacak demek istiyorsunuz sanırım.
1 a önce
kalp
bir umumi teori dizaynı çaba ve gayreti. Gerçekliğini zaman test edecek. Bizde bu çapta teori oluşturabilecek zeka ve feraset pek sık görülmez.
1
1 a önce
gultekinbulb995
İngiltere'den ABD ye uzanan dünya egemenliğini yüzyıllardır elinde tutan YAHUDİ + ANGLOSAKSON İtifak FİNANS OLİRARŞİSİ(Siyonist Oligarşi) dur.Elon MUSK gibi soytarıların Finans Oligarşisi gibi DEVASA biçimde kurumlaşmış bir güçten ayrı TEKNO ELİTLER olarak ortaya çıkması hemde ortalığı dağıtması mümkün değildir.Yahudiler başta olmak üzere SİYONİST OLİGARŞİ dünyayı yeniden DÜZENLİYOR.Tıpkı 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi....Ne Elon MUSK ,Ne de TRUMP, Hanedanlar Kulubünden izin almadan tuvalete gidemez.Hanedanlar cığın yuvarlanarak üzerlerine geldiğinin farkındadır.
1 a önce
Kapat
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.