Batı’nın siyâsal gündemindeki yedekler listesinde dâima bir Türkiye- İran gerilimini tırmandırmak; hattâ bu gerilimi savaşa tahvil etmek maddesinin yer aldığını düşünüyorum. 1980’lerden beri zaman zaman ısıtılan bir madde bu. Hatırlayalım; 1980’lere girildiğinde İran’da İslâm Devrimi olarak bilinen bir süreç yaşanmıştı. Diğer bir gelişme ise, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgâl etmesiydi. Batı buna, Türkiye ve Pâkistan üzerinden derhâl tepki verdi. Bu tepki güdümlü askerî darbelerdi. Afganistan
İran için düşündükleri ise Türkiye’ydi. Türkiye’deki 12 Eylül askerî darbesi, Pâkistan’dakinden ik sene sonra, 1980’de gerçekleştirildi. Diğer taraftan Rogers plânını devreye sokarak, Yunanistan’da açılmış olan NATO gediğini tâmir ettiler. İki kukla general, Kenan Evren ve Ziyâ ül Hakk’ın berâber profil verdikleri dostluk fotograflarını hatırlamak kâfidir.
Bu gerilimlere rağmen, Türk ve İran devlet aklı, derinlikli târihsel tecrübelerin de yardımıyla, son derecede pragmatik bir esneklik içinde bu süreci yönetmeyi bildi. Zâten 1980’de fitili ateşlenen ve yedi sene devâm eden Irak-İran savaşı da bu ihtimâli devre dışı bırakıyordu.