Teopolitikanın cilveleri

04:003/10/2024, Perşembe
G: 3/10/2024, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

İran nihâyet İsrâil’e bir karşılık verdi. Bu gecikmiş bir cevaptı. 7 Ekim hareketinde sahneye çıkan HAMAS belli ki, kuzeyde HİZBULLAH’ın da bir cephe açacağını, akabinde Sûriye ve Irak’daki İran’a müzâhir askerî yapıların da devreye gireceğini hesap etmişti. Bu sûretle, İsrâil bir kaç cephede birden savaşmak zorunda kalacak; muhtemelen 2006’da olduğu üzere kaybedecekti. Öyle olmadı. İran ve muhtemelen İran’ın baskılamasıyla HİZBULLAH bu beklentiyi karşılamadı. İsrâil de bunu fırsat bilerek topyekûn

İran nihâyet İsrâil’e bir karşılık verdi. Bu gecikmiş bir cevaptı. 7 Ekim hareketinde sahneye çıkan HAMAS belli ki, kuzeyde HİZBULLAH’ın da bir cephe açacağını, akabinde Sûriye ve Irak’daki İran’a müzâhir askerî yapıların da devreye gireceğini hesap etmişti. Bu sûretle, İsrâil bir kaç cephede birden savaşmak zorunda kalacak; muhtemelen 2006’da olduğu üzere kaybedecekti. Öyle olmadı.
İran ve
muhtemelen İran’ın baskılamasıyla HİZBULLAH bu beklentiyi karşılamadı. İsrâil de bunu fırsat bilerek topyekûn Gazze’ye saldırdı ve yaklaşık bir sene boyunca,
cephe dışından emin,
katliamları yürüttü.
İran’ın hesâbı âmiyâne tâbirle, bu belâdan uzak kalmaktı. Rejim içeride ve dışarıda hayli sıkışmıştı. Gelişmelerden berî kalarak kendisini toparlamak ve mümkün mertebe
Batı ile yeniden yumuşamanın imkânlarını yakalamaya
karar vermişlerdi. Hatırlayalım; İsrâil’in Gazze saldırısını başlattığı günlerde herkes nefesini tutmuş; Nasrallah’tan gelecek açıklamayı bekliyordu. Nihâyet Nasrallah konuştu. Her zamanki gibi âteşin bir konuşmaydı bu. Ama içi bomboştu..HAMAS yanlısı medyada bu konuşma için hayâl kırıklığı belirten yazılar, açıklamalar çıktı.. Berrak bir şekilde ifâde edelim:
İran ve HİZBULLAH, HAMAS’ı ortada bırakmıştı.

Aslında HAMAS ile HİZBULLAH’ın dayanışması sun’i ve güvenilmezdi. HAMAS ideolojik olarak İHVAN’ın bir uzantısıydı. HİZBULLAH ise Sûriye iç savaşına dâhil olmuş, rejimin yanında yer alarak İHVAN yanlısı Sûriyelilere karşı acımasızca savaşmıştı. Aynı HİZBULLAH, İHVAN çizgisindeki HAMAS’ı nasıl ve nereye kadar destekleyecekti? HAMAS liderliği muhtemelen bu yaman çelişkinin farkındaydı. Belki de çâresizlikten bu şâibeli ittifâkı devâm ettirdi. Bu soru zamânında pek sorulmadı. İsrâil’e karşı gûyâ aynı hat içinde olmaları meseleyi zihinlerde geriye itti.

Kafalar gerçekten de çok bulanık. Aslında İran bize hiç benzemiyor. Şiî teoloji ve oradan türeyen Şiîliğe
dayalı teopolitik çok sert ve dışlayıcı bir niteliğe sâhiptir.
Türkiye’deki Müslümanların kâhir ekseriyeti, Şiîliği, Ehl-i Sünnet’ten farklı dışında görseler de Müslüman ümmetinin hâricine koymazlar. Serde Müslüman olmak kâfî gelir. Bu yumuşak bakışın karşılığını İran’da bulmak hayli müşkildir. Biz erkek evlâtlarımıza hiçbir kaygı duymadan Ali Osman ismini koyarız. Onlar için bu düşünülemez bile. Ömer, Osman, Ayşe ismini taşıyan Türklerin İran seyahatlerinde başlarına gelen tuhaf hikâyeler vardır. İran’ın ve ona müzâhir HİZBULLAH’ın, HAMAS’ı göz göre göre ortada bırakmasında bu farklılığın son derecede tesirli olduğunu düşünüyorum.
Diğer dikkat çekici husus ise, İranlılık
veyâ Fars kimliğinin, İran jeopolitikasındaki hâkim, baskın rolü
ile alâkalıdır. Bu Araplar için de farklı değildir. Târihsel olarak Arap-Fars gerilimi, her iki tarafta da en keskin ve hassas zihin kodunu meydana getirir. Farslar, kendilerini Müslümanlaştıran Arapları sevmemiş; bağışlamamışlardır. (Bir arkadaşım muzipçe, “Bu Farslar gâliba Müslüman olmamak için Şii oldular” der). Araplar ise, Hz. Muhammed’in Arap, İslâmiyet’in kutsal kitabı Kur’an’ın Arapça olmasını kendilerinin imtiyâzı olarak görürler. Fars kültürüyle karışan İslâmî yorumu dışlamışlardır. Mevâli ayırımı çok kadim bir ayırımdır. Hâsılı tekmil insanlığı muhatap alan İslâmiyet, târihselleşirken, ne tuhaftır ki kavmî, kültürel duvarlara çarpmış ve müjdesi tahrif edilmiştir.
Ekümenik ve emperyal bir geçmişe sâhip olan biz Türkler
için bu böyle değildir. Her iki komşu kavme de belli bir mesâfeden, hayli eşit bakar ve sempatimizi esirgemeyiz. (Bizde Arap düşmanlığı son devirlerin, bilhassa Osmanlı’nın çöküşü sonrasında; o da belli bir çevreye mahsus tezâhür etmiştir. Halkta pek de karşılığı yoktu. Suriyeli göçü bu düşmanlığı maalesef halk katına indirdi. Ama yine de ve çok şükür; bu hissin çok büyük bir kitleye sirâyet etmediğini düşünüyorum).
Şu aralar, Ortadoğu’daki hâkim
teopolitik yapılanmaların kısa devre yapmasından tuhaf bir şekilde mutlu olan
yazılara rast geliyorum. Eski zamanlara medhiyeler var bu yazılarda. Seküler ideolojilerle yürütülen o FKÖ’lü, FHKC’li Filistin dâvâsının ne kadar enternasyonal bir kapsam kazanmış olduğu, din, ırk farkı gözetmeksizin her türlü farklılığı mesele olmaktan çıkardığı, Filistin dâvâsını dünyâ kamuoyuna mâl ettiği yazılıyor. Bu değerlendirmeler arasında ciddî bulduğum bâzıları yok değil. Teopolitikanın ekonomipolitikanın yerini almasını ben de çok sorunlu bulduğumu söyleyebilirim. Ama geçmişin romantik duygularla yüceltilmesi pek de hoşuma gitmez doğrusu. Bu değerlendirmelerin atladığı bir husus var.
Bu örgütlerle BAAS rejimleri arasındaki sıkı bağları
pek dikkate almıyorlar. FKÖ ve diğerleri, çürüyen BAAS rejimleriyle birlikte yol alıyor ve
berâber
çürüyorlardı. Bahsi geçen politik başarıyı sağlayan yapılar 1990’larda artık taşınamayacak kadar yozlaşmış, bizzât Filistinliler arasında itibârını kaybetmeye başlamışlardı. HAMAS semâdan inmedi. FKÖ ve ona mümâsil yapıların kadrolarının çürümüşlüğüydü HAMAS’ı doğuran.

İran hem dâhilde hem hâriçte artık çok zor durumda. Şiilik üzerinden Irak, Sûriye, Lübnan ve Yemen’de genişlettiği tutunumunu devâm ettirmekte çok zorlanıyor. HAMAS-HİZBULLAH ittifâkı, başta Suudî Arabistan, Körfez ve Mısır’da karşılık bulmadı. İran’ın mütereddit davranışları da süreci ağırlaştırdı.

Bir çift söz de İsrâil için… İsrâil maksimalizmi teopolitik çatlakları tâkip ederek yol alıyor. Her maksimalizm gibi kaybedecek. İçeride (Gazze) ve uzaktan (dijital saldırılar, hava bombardmanları) şimdilik bayağı yol aldılar. Ama artık deplasmandalar. İsrâil askerlerinin postalları Lübnan’a değdiği gün başka bir safhaya geçiyoruz demektir. Her şey sâhada belli olacak..

#iran
#israil
#diplomasi
#Süleyman Seyfi Öğün