Guy Debord’ un çok haklı olarak işâret etmiş olduğu üzere, âdemoğlu aslında hiçbir şeyi üretmez; olsa olsa yeniden üretir. Âletlerden, geçimlik işlere, oradan da temsillere doğru kanatlanan süreçlerdir bunlar. Hâsılı, bir yeniden üretim süreci olarak temsiller, sanatlar; imgeler ve simgeler, kendi içinde bir dizilimin konusudur. Temsiller yeniden üretimin en dolayımlı boyutlarını verir. Simgelerden başlayalım. Onlar, temsil süreçlerinin görsellik üzerinden en jiletimsi kısmına isâbet eder. San’atlara
Guy Debord’un çok haklı olarak işâret etmiş olduğu üzere, âdemoğlu aslında hiçbir şeyi üretmez; olsa olsa yeniden üretir. Âletlerden, geçimlik işlere, oradan da temsillere doğru kanatlanan süreçlerdir bunlar. Hâsılı, bir yeniden üretim süreci olarak temsiller, sanatlar; imgeler ve simgeler, kendi içinde bir dizilimin konusudur. Temsiller yeniden üretimin en dolayımlı boyutlarını verir. Simgelerden başlayalım. Onlar, temsil süreçlerinin görsellik üzerinden en jiletimsi kısmına isâbet eder. San’atlara gelince; onlar tasvirlerden en karmaşık temsillere doğru temsillerin en kremalı kısmına işâret eder. Şuna da işâret edilmelidir ki, yeniden üretim süreçlerinin temsillere doğru kanatlanması bizleri hem çok zengin hem de çok sorunlu iklimlere taşır. Temsiller işlendikçe, bâsit bir yansıtma meselesi olmaktan çıkar. İşin içine rüyâlar, arzular girer. İmgelere sıçrarız. Bu sıçrama gerçek ile hayâl edilen arasında da bir bulanıklığa yol açabilir. Simgeler seviyesinde de, bâzen -tıpkı bugün olduğu üzere- simgelenen-simgeleyen arasındaki ilişki kırılganlaşabilir. Baudrillard’ın uzun uzun üzerinde durduğu gibi simgelerin simgelediklerinden ayrışması ve kendi özerkliklerini kazanması postmodern -geç modern demeyi tercih ederim- durumun içinde yaşanan çok özel ve çok sorunlu bir durumdur. Sorunun ağırlığını postmodernliğin zârurî bir neticesi olarak post truth iddiaların olağanlaşmasından anlayabiliriz. Modernlik öz-biçim arasında şiddetli bir gerilimi başlattı. Bir öz olarak hakikati dayattı. Postmodernlik onu derinlemesine eleştirdi. Post truth’a onu toptan reddetmek ve aşmak kaldı.
Bu süreçlerin bir dizi saf kültürel tercih ve faaliyetin ürünü olduğunu zannetmiyorum. Tam aksine, bu gerilim ve geçişlerin maddî medeniyet dâiresinde bir karşılığı olduğu kanaatindeyim. Bunların lâlettâyin kaprisli süreçler olmadığını düşünüyorum. Şimdi bunları bir açalım…
Fetiş yüklü sınâî bir üretim iddiası olarak kapitalizm felsefî, bilimsel-teknolojik özcülüğü önplâna geçirmek zorundaydı. Hurâfeler, masallar, efsâneler, dinî inançlar üretim ideolojisinin önündeki en büyük mânialar olarak değerlendiriliyordu. Descartes ve Spinoza gibi iki ana felsefî sütun üzerinden kurulan yapı tam da bu özcülüğü ortaya koyar. Kapitalizme evrilen bir dünyâ mı bu ikiliyi ortaya çıkardı; değilse onların fikirleri mi kapitalizmin özcülüğünü doğurdu tartışılabilir. Ama maddî medeniyet dâiresinde bu fikirler in son derecede tutarlı ve anlaşılabilir bir çerçeveye oturmakta olduğunu kimse inkâr edemez. Felsefî dâirenin dışında, kültürel vasatlarda püritanlık bir dinsel özcülük olarak sürecin derinleşmesine katkıda bulunuyordu. Toplumsal düzlemde, bilhassa 19.Asırdan başlayarak burjuvalar özcülüğün başat savunucularıydılar. Sanatlarda Neoklasistlerden başlayarak Romantikler vb burjuva estetler, Barok ve Rokoko’nun gösterişçiliğe varan temsil anlayışını yabancılaşma, saflığı temsil eden tabiattan kopuş olarak reddediyordu. Öz, birbiriyle tutarlı olan içimizdeki ve dışımızdaki tabiattaydı.
Kapitalist târihinin üretim fetişizmi ile tüketim fetişizmi arasında bir savrulma olduğuna bu sütunlarda defâlarca işâret edildi. Bu savrulma, târihin şâhitlik ettiği en dar görüşlü üretim-mübâdele-tüketim tarzı olarak kapitalizmin uzlaşmaz-içsel çelişkisidir. Kapitalizm, üretim ve tüketimin dengesizleştirildiği bir aşırılık olgusudur. Bir aşırılık olan üretim fetişizminin yol açtığı derin sistemik krizleri aşmak adına tüketim üzerinden zıt bir fetiş daha doğurmaktan geri kalmamıştır. Postmodern eleştiriler aslında, üretim üzerinden baskılanan tüketim duygularına serbestiyet kazandırmak içindi. Özcülük, tekmil müştemilâtıyla gözden düşürüldü. Üretim fetişizmi tarafından yasaklanan ve evden kovulan fikirler, hikâyeler; hasılı temsiller, âlây-ı vâlâ ile yeniden vaftiz edilerek evlere buyur edildi. Popüler kültürel endüstriler tam kapasite ile çalışmaya başladı. Dün, görünen o kadar mühim değildi. Görünen beden değildi mühim olan, özü temsil eden ruh, akıl, zekâ ve ka’biliyetlerdi. Hatta bunu ispatlamak için bedenin aşağılanması bir göstergeydi. Yâni tek tip bir gösteri prim yapıyordu; gösterilere saldıran gösteriler. Törensellikler devâm ediyordu. Ama mümkün mertebe yavan resmî bir disiplin içinde. Şimdi ise manzara bunun aksidir. Artık beden ve onun nasıl göründüğüdür mühim olan. Gösterilenin neyi gösterdiği hiç mühim değildi. Bizzat göstermenin kendisi kıymetliydi. Görsel medya ve sosyal medya olarak bilinen mecrâlarda narsisist-hedonist teşhirciliğin akıl almaz tırmanışı da tüketim fetişine kayan kapitalist vasatın bir fonksiyonu olarak cereyan ediyor. Donuk ve sıkıcı resmî törenlerin geri çekilmesi; bunun yerini çok daha cümbüşlü sivil törenlerin alması tesâdüf değil.
Pekiyi, perhizkâr özcülükten savurgan bir gösterişçiliğe kayan kültürel süreçlerin pratik neticeleri neler oldu? Yabancılaşma târihimiz derinleşti. Üretim fetişizmin yabancılaştırıcı tesiri, bir disiplin toplumu inşâ etmek, duyguları bastırmak, insanı insandan soğutmaktı; koparmak değil. Üretim, şöyle veyâ böyle toplumsal olarak yaşamayı zorunlu kılıyordu. Tüketim fetişizmi ise insan-insan ilişkisini kopardı. Görmek vegöstermek, bugün insan insan ilişkisinin tek ve en baskın eylemi. Özcülüğün lânetlendiği vasatlarda yüzeyselleşmeler kaçınılmaz. Eskiden akılyürütmeler şöyle veyâ böyle eylemi öncelerdi. Bugün görüntülerin yol açtığı alınganlıklar ve takıntılı çağrışımsal refleksler eylemin sâiklerini oluşturuyor. Böyle bir dünyânın her zaman olduğundan daha tekinsiz olduğundan emin olabiliriz. Son bir kaç hafta içinde olanları bir hatırlayalım: Birileri, genel ahlâka ve geleneklere mugayir bularak opera ve balenin kapatılmasını istedi..Birileri de cevâben ve dahi intikâmen 30 Ağustos’u ikonların deveyi hamuduyla götürdüğü, zevksiz-kitch gösterilerin yapıldığı pop müzik festivallerine çevirdi. Birileri başörtülü kadının örtüsüne saldırdı. Birileri de durakta öpüşen gençlere açtı ağzını, yumdu gözünü..Alkolsüz şampanya partileri, Yeşil Sol Partili Zaza âilesinin havuzlu, villalı,bol markalı brunch partisine karıştı..Birileri başarılı sonuçlar alan Voleybol Kız Millî Takımı oyuncularına verdi veriştirdi. Birileri de alt tarafı bir spor başarısını, Kemalizm’in, lâikliğin, kadınlığın zaferi olarak vaftiz etmeye kalkıştı.. Güler misiniz, ağlar mısınız?
#Aktüel
#Toplum
#Devlet
#Süleyman Seyfi Öğün
#Politika
#Tarih
Yorumlar
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Henüz yorum bulunmuyor
İlk yorumu siz yapın.
Kapat
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunundaki amaçlar ile sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerezler kullanılmaktadır. Detaylı bilgi için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.