Küreselleşme söyleminin, artı kabak tadı veren güzellemelerine inat, sınırlar yıkılmıyor. Tam aksine, dünyâ her geçen gün biraz daha küçülüyor ve daralıyor. 90’ların tatlı rüyâsı büyük bir kâbusa dönüşüyor. Herkes kendi derdine düşmüş vaziyette. Uzak coğrafyalarda olup bitenler herkesi ikinci derecede alâkadar ediyor. Gazze savaşı ve katliamının Latin Amerika’da, meselâ Şili’de yaşayan insanların günlük hayâtında nasıl yankılandığını kestirmek kolay değil. Kabûl edelim ki oralarda olup bitenler
Küreselleşme söyleminin, artı kabak tadı veren güzellemelerine inat, sınırlar yıkılmıyor. Tam aksine, dünyâ her geçen gün biraz daha küçülüyor ve daralıyor. 90’ların tatlı rüyâsı büyük bir kâbusa dönüşüyor.
Herkes kendi derdine düşmüş vaziyette.
Uzak coğrafyalarda olup bitenler herkesi ikinci derecede alâkadar ediyor. Gazze savaşı ve katliamının Latin Amerika’da, meselâ Şili’de yaşayan insanların günlük hayâtında nasıl yankılandığını kestirmek kolay değil. Kabûl edelim ki oralarda olup bitenler de bizim için gündemin ikinci, üçüncü sıralarında.
Biz ateşin ortasındayız.
Yakın coğrafyalarımızdaki yangınlardan kendimizi nasıl kurtaracağımızın telaşındayız.Eğer sansasyonel bir şeyler olmazsa Latin Amerika’da olup bitenleri bilmeden haftalar, aylar geçirmemiz işten bile değil. Son seçimlerin akabinde yaşananlar üzerinden Venezuela kopuk kopuk da olsa gündemimize girdi.
Bu devleti daha çok mütevvefa Chavez ve onun halefi olan Maduro ile tanıyoruz. Venezüela’nın petrol kaynakları açısından çok bereketli olduğunu da bilmeyen yoktur. Nihâyet, kaynakları bu kadar zengin olmakla berâber Venezüela halkının olağanüstü bir fakirlik yaşadıklarından da haberdârız. Bunun sebebi olarak, ne Chavez ne de Maduro’dan haz eden başta ABD olmak üzere Batı’nın ambargolarını görüyoruz.
Biz de burada benzer baskılara muhatap olduğumuz için, Chavez ve Maduro’ya karşı sempati duyanlarımız azımsanmayacak kadar çoktur.
Ertuğrul dizisini çok seven ve kaçırmadan izleyen Maduro,Türk kamuoyonun indinde ayrıca da sempati puanlarını arttırıyor. Nihâyet Erdoğan-Maduro dostluğu da sempati hânesini büyütüyor. Hem Chavez hem de Maduro iktidârına karşı ABD’nin tezgâhladığı kirli başkaldırı ve darbe teşebbüslerine karşı Türk siyâset sınıfı ve halkının ekseriyeti Venezüela’ya her defâsında destek verdi. Ama bugünlerde yaşananlar hayli bulanık manzaralar ortaya koyuyor.
Venezüela seçimlerinde Maduro’nun rakibi olan diğer aday Edmundo Gonzales’in Amerikancı komprador bir siyâsetin adayı olduğunu söylemek mâlumu ilâm olur. Maduro seçimi%51 ile kazandığını iddia etti. Gelin görün ki
bu defâ seçime gölge düştü.
Maduro “zaferini” ispatlayacak tutanakları ilân etmekten kaçınıyor. Seçimi %70 ile kazandığını iddia eden muhalefet ise kıyâmeti koparmakta. Sokaklar karıştı. Maduro buna mukâbil, taraftarlarını ve devlet şiddetini devreye soktu. Hâsılı tam bir iç savaş manzarası ile karşı karşıyayız. Yakın bir vâdede Venezüela’da suların durulmayacağını düşünebiliriz. Ama daha dikkât çekici olan, bugüne kadar kendi aralarında antiemperyalist bir dayanışma geliştirmiş olan
Latin Amerika solunun bu gelişme karşısında ciddî bir kriz yaşamasıdır
. Şili ve Brezilya’da iktidarda olan sol liderler, Gabriel Boric ve Lula de Silva, Maduro’yu şiddetle eleştirdi. Peru, Uruguay ve Ekvador da bu kervâna katıldılar. Aslında bu, zincirin bir başka bir halkasıydı. Venezüela hâdiseleri, Brezilya ve Nikaragua ve onların her ikisi de solcu olduğunu iddia eden liderleri Lula ile Ortega arasında gerilen ve nihâyet kopan ilişkilerin arkasından geldi. Latin Amerika solunun, tıpkı zamânında
I. ve II. Enternasyonalde yaşandığı üzere bir bölünmeye evrildiği
iddia edilebilir.. Hâsılı, bugün Latin Amerika’da bir tarafta
demokratik zorunlulukları
(imperatives), diğer tarafta
târihsel
zorunlukları
önceleyenler kümeleşiyor.
Venezüela’da yaşananlar bana daha kapsamlı bâzı şeyleri düşündürüyor. Doğrusu çok sıkıştırılsam ve bana târihi bir kelimeye indirgemem istense, buna
talan
demeye çekinmezdim. İster zırâi, ister sınâî zeminde olsun târih
artık değerin talanlarından
oluşuyor. Medenî örüntü ve iddialar ise bunu dolayımlayan, hassas tornalardan geçirerek teşkilatlandırıp meşrûlaştıran incelikleri ortaya koyuyor. Talanı, maddî bir değerlendirmeyle medenî bir örüntü olarak gördüğümü ve onun en kaba formu olan kaba bir çapulculuk ve yağmacılıktan ayırdığıma işâret etmeliyim. Medeniyetlerin başarısını ise dış talan - iç talan arasındaki ilişkilere borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Eğer bir topluluk, diğerlerini sindirip dış talan fırsatlarını ele geçirebilirse, talan denkleminde iç talanının payını düşürebilir. Bu da
dış talandan el edilen artığın içerideki bölüşüme aktarılmas
ı sâyesinde sağlanır. Neticede medeniyet inşâsının kapısı açılır ve topluluk içindeki gerilimler yok olmasa bile görece azalır ve yatışır.. Modern dünyâda bunun karşılığı refahtır.
Refah
bir toplumsal başarı olmaktan ziyâde kapitalist-sömürgeci ilişkilerin, yâni dünyâdan artık çekmek kudretinin ve imtiyâzının fonksiyonudur. Bu sebeple ne
müreffeh toplumların medeniyet iddiası ne de bundan nasibini alamamış toplumların entelijensiyalarının medeniyet arzu ve özlemi
inandırıcıdır.
Dışarıdaki talan ise ilânihâye devâm edemez. Buna
talanın paradoksu
da denilebilir. Talanın bir muhasebesi vardır. Belli bir yayılım düzleminde
dış talanın mâliyetleri ile getirileri arasındaki makas
bir aşamadan sonra ikincisi lehine açılır. Emperyalizmin, mâliyetleri tahammülfersa hâle gelen sömürgeciliğin yerini alması aslında pansuman bir tedâvidir. Eğer dış talanın paradoksu işlerse medeniyet hızla çöküşe geçer ve medenî-müreffeh topluluklar hızla kaosa sürüklenir ve çözülür. Bugün Batı’nın yaşadığı da budur. (Birleşik Krallık’da son yaşananlar bunun hatırı sayılır malzemesini veriyor).
Talan karşıtı hareketlerin
ise tuhaf bir mukadderatı vardır. Bunları sömürgecilik karşıtı süreçlerden başlayarak tâkip edebiliriz. Askerî ve siyâsal düzlemlerde kazanılmış olan istiklâller kendilerini behemahâl medenî dünyânın ablukası altında bulurlar.Bu hareketler dış talana esaslı bir tepki koymakla, yâni başlangıçta ahlâkî bir zeminden hareket eder. Gelin görün ki, dış talandan büyük bir pay elde etmiş ve gelişim dinamiklerini tekellerine almış olan medenî dünyâ karşısında
açıklarını kapatmak için iç talandan başka müracaat edebilecekleri başka bir kaynak
yoktur. İç talanı çok defâ
bürokrasiler
ve onlarla berâber hareket eden
yerli oligarklar
yürütür. Yerlici, dinî ve millî söylemlerle donanmış olan
popülizm
ise iç talanın hegemonik çerçevesini oluşturur. Bunun solcu ve sağcı tematikler üzerinden yürütülmesi son kertede hiç mühim değildir. Yaşananların neticesinin çürüme olması mukadderdir. Ahlâki ve haklı zeminlerde yeşeren sistem karşıtı hareketler arasında çürümenin her nev’iyle
defter kapatmayan ve dükkân teslim etmeyen
yoktur. Heyhat, Chavez’den Maduro’ya Venezüela’nın serencâmı tam da bu şablona oturuyor.
#Toplum
#Tarih
#Süleyman Seyfi Öğün