Dokunulmazlıkların kaldırılması görüşmelerinde TBMM, “istenmeyen” görüntülere sahne oldu. Üstelik bu görüntüler bir kereye mahsus “ârızî” bir durum, bir “kazâ” değildi. Peşpeşe devam etti. Böyle olunca insan bâzı soruları sormaktan kendini alıkoyamıyor. Bu şiddet yüklü görüntüler sâdece birer görüntü mü? Sorulardan birisi bu. Diğer soru ise: bu görüntüler acaba gerçekten “istenmeyen” görüntüler mi?
Siyâsal olgunluk dünyânın her yerinde “şiddet” aracılığı ile sorun çözmenin anlamsızlığına ve de imkânsızlığına akıl erdirmiş bir zihniyet olarak tanımlanır. Anlamsızlık şurada: Şiddetin şiddet doğurması çok sık rastlanan bir neden-sonuç ilişkisidir. Şiddet aracılığı ile bastırılmak istenen, çoğu defa bu işten daha da güçlenmiş olarak çıkar. Daha mühimi, şiddete mâruz bırakılmış olmak, onun karşı şiddetini de gerekçelendiren bir koz verir eline. Bu süreç bir defa sarmallaşmaya başladı mı, şiddet kullanırken kimin haklı, kimin mâzur olduğu, bir noktadan sonra artık anlaşılmaz olur. Herkesin şiddet kullanırken kendi gerekçelerini üretebildiği sıfır toplamlı bir oyundur bu. Şiddetin sorun çözme kapasitesi ise neredeyse görülmüş değildir. Şiddet ile sâdece sorun “büyütülür”. Zâten sorunlu olan bir duruma, bir de şiddetin ağır sorunları eklemlenir.
Şiddet nihâyetinde bir insanlık durumudur. Tümüyle şiddetten arınmış bir dünyâyı tahayyül edebilmek çok zor. Bütün mesele bunun öznesini belirlemek; kullanım ihtimâlini azaltmak ve gerekçelerini çok sıkı ölçütlere bağlamaktır. Medenî olarak bunun yegâne öznesi siyâsal iktidarlardır. Siyâsal iktidârlar, zora başvurma tekelini oluştururlar. Diğer taraftan, siyâsal iktidârların uygulayacağı şiddetin, mâzur ve meşrû; yâni gerekçelerinin ve koşullarının çok hassas bir şekilde tâyin edilmiş olması gerekir.
Siyâsal meşru şiddet de aslında sorun çözmez. Sâdece sorunların çözümünün şiddet sarmalına düşmeden tartışılabilmesinin asgarî koşullarını sağlayabilir. Şiddet ile sorun çözmenin mümkün olduğu görülmemiştir. Şiddet aracılığıyla sorun belki bir düzey ertelenebilir ama çözülmez.
Çarpıcı ve düşündürücü olan sorun çözmenin kâlbini oluşturan parlamentoda bunun yaşanmış olmasıdır. Bunu bir fotoğraf olarak çerçeveleyip dışımıza koyabilecek miyiz? Burada dürüst olmak gerekiyor. Bu çerçeve aslında hepimizi içine alıyor. Bu memleketin insanları olarak kâhir ekseriyetimiz, trafikte, okulda, işyerinde, konutlarımızda; kadına, çocuğa karşı şiddetten kendimizi ne kadar arındık ki, bizleri temsil edenleri eylemlerinden sorumlu tutabileceğiz? (Yoksa onlar gerçekten de bizi mi temsil ediyorlar?) Bu öncelikle kültürel bir mesele olarak temellendirilmelidir. Türkiye sözlü veya fizikî şiddet ile mâlûl büyük bir nüfûsu barındırıyor. Bu tespitten sonra neden böyle olduğuna bakalım.
Sorunlar büyüyüp karmaşıklaştıkça ve hazır çözüm yolları tüketilince bir boşluk ve belirsizlik doğuyor. Reçetesiz ve formülsüz kalmak bunaltıcıdır. Bu durumda neler yapılabilir? En kestirme ihtimâllerden birisi “sorunun bir parçası olmayı” sürdürmektir. En kolayı da bu olsa gerekir: Sorun mâdem ki benim sorunum; mâdem ki onu ben yaşıyorum; o halde önce onu “sâhiplenmeliyim”. Hâlbuki bir diğer yol, kendimi içinde bulduğum soruna karşı bir mesâfe koyabilmekle alâkalıdır. Yâni, sorunun içindeyken bile ona bütünüyle teslim olmayı reddetmektir bu. Eğer bu sorunu kendime yakıştırmayıp onu reddediyorsam; beni kuşatsa bile ona teslim olmamalı; bir parantez açmayı ve aklımı oraya koymayı başarabilmeliyim. Kabûl ediyorum ki; zor olan bu tercihi yapabilmektir. Ama bu aynı zamanda sorunu gerçekten de çözmeyi isteyip istemediğimizi gösteren bir dürüstlük sınavıdır. Sorunlarını gerçekten de çözmek isteyen ne yapar ne eder; bunu başarır. Tekrar ediyorum ki bu kolay değildir. Daha kolay olan beni kuşatan soruna biraz daha gömülmek ve giderek onunla özdeşleşmektir. Sorunu ne kadar çok sâhiplenirsem, işim de o kadar kolaylaşır. Bu kolaylık bir süre sonra kronikleşir. Öyle bir hâle gelir ki, o sorunun sürmesi benim için de bir varlık sebebidir artık. Sorunu çözemeyen, kurtuluşu sorunu devam ettirmekte, hattâ azdırmakta buluyor. Sorunların mâliyetini dargörüşlü hesaplamalarla düşürmeyi amaçlayan; bir tarz lümpenleşmektir bu. Şiddet ise; işbu lümpenleşmenin ileri bir evresi; çâresizliğin, kapasitesizliğin, çapsızlığın zirve yaptığı noktadır. Yumruklaşmalardan, tekmeleşmelerden sonra marşlar söyleyerek, sloganlar atarak oturumu terk eden onlarca insan amaçlarına ulaşmışlardı. Mağduriyet, mazlumiyet ve sözüm ona kahramanlıkla soslandırılan bir lümpen âyini tamamlamanın iç tatminiydi bu…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.