Elyem bir dönüşümü yaşıyoruz.
Sermâye birikimi hızla yeniden Batı’dan Doğu’ya
kayıyor. Bir zamanlar fakirliğin ve yokluğun timsâli olan Çin , Hindistan gibi eski müstemlekeler yeni birikim ve dağılım merkezlerine dönüşüyor. Bu da ilk yer değiştirmenin doğurmuş olduğu
travmalara yenilerini ekliyor.
Önümüzdeki on seneleri jeokültürel kavgaların beklediğini rahatlıkla söyleyebilirim. Batı kamuoylarında yükselen yeni Haçlılık hezeyanları , faşizan tırmanışlar ayan beyan takip ediliyor. Son beşyüz seneye damgasını vurmuş olan
Beyaz Adamın üstünlüğünün sona ermeye yüz tutması
Doğu’da ise Batı karşıtı hisleri coşturuyor. Bu hınç yüklü duygular taşıyıcılarına tuhaf bir haz veriyor.
hesapları yükseliyor. Şanghay İşbirliği süreçleri tam da bunun odağını oluşturuyor. “Bir duralım, hele bir bakalım” diyen tedbirli akıllar bastırılıyor. “Evvelâ şu Batı’nın hakkından bir gelelim, gerisi kolay” diyen basitçi bir yaklaşım hâkim oluyor. Yaşanan dönüşümün
apitalist târihte sâdece bir cüz olduğu
çok defâ unutuluyor.. Tekmil aktörlere bir
hâkim.
aslında.
Yeni kapitalizmin dijital bir faşizm riskini doğurduğunu
kimse hesaba katmıyor. Bunun en ileri laboratuarlarının
Çin gibi kapalı-otoriter, Hindistan gibi her şeyi reenkarnasyon inancında sorumsuzlaştıran
ilişkilere sâhip toplumların merkezde olduğu bir coğrafyadan neşet etmiş olmasını bir tesâdüf olarak mı göreceğiz? Şanghay İşbirliği süreçleri ,iyi yönetilebilirse Türkiye için de fırsatlar doğuruyor olabilir. Ama doğrusunu isterseniz bana heyecan değil, daha çok derin endişeler veriyor..