Kuzey hattını işlemez hâle getirdikten sonra, plânın iki merhalesi daha kaldı. Bunlardan ilki
diğeri de
’nu da aynı âkıbete uğratmaktı. Haritaya bakıldığında İran’ın her iki hat üzerinde de son derecede kritik bir konuma sâhip olduğu hemen anlaşılabilir. İran devlet aklı bunu kavramış durumda. Bunun üzerinden aldığı son derecede kritik karâr, İran için, daha 1979 İslâm Devrimi’nden bu tarafa, Batı tarafından kendisine biçilmiş olan rolün dışına çıkması mânâsına geliyordu. Bu rolün üzerine oturduğu bir sacayağı olduğunu düşünüyorum. İlk olarak doğusunda yer alan
Sünnî Pâkistan ve onun da çok yakın durduğu Türkiye’yi kontrol etmek
; ikinci olarak ise yüksek bir
anti-İsrâil tansiyon üzerinden İsrâil’in açılımlarına meşrûiyet kazandırmaktı.
Üçüncü işlevi ise başta Suudî Arabistan ve Mısır olmak üzere
Sünnî Arap dünyâsını korkutarak onların İsrâil’in güdümüne girmesini
sağlamaktı. Çin durumu uzaktan izliyordu. Bu senaryonun kendisini bu kritik coğrafyada dışlamak ve Hindistan’ı, İsrâil’e eklemleme plânını devreye sokmak mânâsına geldiğini gördü. Çin hemen harekete geçerek İran ile anlaştı. Dahası,
İsrâil-Arap yakınlaşmasına alternatif sayılabilecek olan İran(Şia)- Suudî Arabistan barışını
devreye soktu. Dahası, Hindistan’ın da kullandığı Kızıldeniz-Süveyş hattını, İran üzerinden Yemen’deki Hûsîleri kullanarak kapattı. İşte Batı’nın İran’a karşı çileden çıktığı gelişmeler de buydu. Denklemleri bozuluyordu. (Denklemi bozan diğer bir taraf da durumu ganimet bilerek Netanyahu’nun başlattığı Gazze katliâmı oldu). ABD’nin, kanaatimce büyük bir hatâ yaparak boşalttığı Afganistan’a Çin yerleşmiş, Pâkistan’daki varlığını daha da genişletmişti. Şimdi de İran bu halkaya eklemleniyordu. Pâkistan’da yaşanan istikrarsızlıklar ve akabinde Belûcistan üzerinden türetilen sun’i Pakistan-İran gerilimi tam da bu bloklaşmayı bozmak içindi.