İran Cumhurbaşkanı Reisî ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ı taşıyan helikopter düştü. Her iki siyâsetçi de, aynı helikopterde bulunan diğerleri gibi hayâtlarını kaybetti. Bunun bir kazâ mı; değilse plânlı bir suîkast mı olduğu uzun uzun tartışılmaya başladı. Doğrusu, hangi ihtimâl iddia edilirse edilsin bu tartışmaların gideceği fazlaca bir yer yok. Bunu, daha evvel benzeri hâdiselerin âkıbetinden biliyoruz. Yapılacak yegâne şey, ihtimâlleri senaryolaştırmaktan ibâret. Bunu da dikkatli yapmak,
İran Cumhurbaşkanı Reisî ve Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ı taşıyan helikopter düştü. Her iki siyâsetçi de, aynı helikopterde bulunan diğerleri gibi hayâtlarını kaybetti. Bunun bir kazâ mı; değilse plânlı bir suîkast mı olduğu uzun uzun tartışılmaya başladı. Doğrusu, hangi ihtimâl iddia edilirse edilsin bu tartışmaların gideceği fazlaca bir yer yok. Bunu, daha evvel benzeri hâdiselerin âkıbetinden biliyoruz. Yapılacak yegâne şey, ihtimâlleri senaryolaştırmaktan ibâret. Bunu da dikkatli yapmak, mâkûl temellendirmelere dayandırmak lâzım.
Doğrusu, ben de bunun basit bir kazâ olmadığını, hem küresel hem de mahallî jeopolitik açısından değerlendirildiğinde bâzı karşılıkları olduğunu düşünenlerdenim. Dolayısıyla kuracağım senaryo, hâdisenin jeopolitik ve jeoekonomik karşılıklarını aramakla alâkalı olacaktır.
Çatışmaların ötelendiği, görece barış içinde yaşayan bir dünyânın formülü, siyâsî-hukûkî dinamiklerle ekonomik dinamiklerin tutarlılaştığı bir dünyâdır. Krizli durumlar bu ilişkilerin koptuğu ve birbiriyle çeliştiği yerde başlar. Bu da çok defâ siyâsî ve hukûkî yapıların ekonominin dinamiklerini diğerini baskılaması olarak tezâhür eder.
Asırlar boyunca taşıdığı üretim üstünlüğünü Asya’ya kaptırmış olan Batı’nın son on seneler itibârıyla yaptığı tam da budur. Sürecin kur savaşları olarak başlayan, daha sonra ticâret savaşlarına dönüşen bir seyri var. Bunu pratik düzlemde açımlayacak olursak, Çin’in yükselişini dengelemekte artık tâkati kesilen ABD ve Avrupa, dünyâdaki mal ve hizmet dolaşımına ağır kısıtlamalar getiren uygulamalara imzâ atmaktan çekinmiyor. İşler kendi çıkarlarına uygun seyrettiği zamanlarda ekonomideki küreselleşmenin şampiyonluğunu yapan Batı’nın, işler tersine gitmeye başladığında bunun tam aksini yapmaya soyunması, neomerkantilizmin bayrağını açması ibretlik bir dönüşüm olarak değerlendirilebilir. Rusya-Ukrayna savaşını da Batı çıkardı. Sebebi, Çin’in Rusya üzerinden işleyen Kuzey Ticâret Yolu’nu işlemez hâle getirmekti. Bunda da bir yere kadar başarılı olduklarını söyleyebiliriz.
Kuzey hattını işlemez hâle getirdikten sonra, plânın iki merhalesi daha kaldı. Bunlardan ilki Orta Koridor, diğeri de Güney (Deniz) Yolu’nu da aynı âkıbete uğratmaktı. Haritaya bakıldığında İran’ın her iki hat üzerinde de son derecede kritik bir konuma sâhip olduğu hemen anlaşılabilir. İran devlet aklı bunu kavramış durumda. Bunun üzerinden aldığı son derecede kritik karâr, İran için, daha 1979 İslâm Devrimi’nden bu tarafa, Batı tarafından kendisine biçilmiş olan rolün dışına çıkması mânâsına geliyordu. Bu rolün üzerine oturduğu bir sacayağı olduğunu düşünüyorum. İlk olarak doğusunda yer alan Sünnî Pâkistan ve onun da çok yakın durduğu Türkiye’yi kontrol etmek; ikinci olarak ise yüksek bir anti-İsrâil tansiyon üzerinden İsrâil’in açılımlarına meşrûiyet kazandırmaktı. Üçüncü işlevi ise başta Suudî Arabistan ve Mısır olmak üzere Sünnî Arap dünyâsını korkutarak onların İsrâil’in güdümüne girmesini sağlamaktı. Çin durumu uzaktan izliyordu. Bu senaryonun kendisini bu kritik coğrafyada dışlamak ve Hindistan’ı, İsrâil’e eklemleme plânını devreye sokmak mânâsına geldiğini gördü. Çin hemen harekete geçerek İran ile anlaştı. Dahası, İsrâil-Arap yakınlaşmasına alternatif sayılabilecek olan İran(Şia)- Suudî Arabistan barışını devreye soktu. Dahası, Hindistan’ın da kullandığı Kızıldeniz-Süveyş hattını, İran üzerinden Yemen’deki Hûsîleri kullanarak kapattı. İşte Batı’nın İran’a karşı çileden çıktığı gelişmeler de buydu. Denklemleri bozuluyordu. (Denklemi bozan diğer bir taraf da durumu ganimet bilerek Netanyahu’nun başlattığı Gazze katliâmı oldu). ABD’nin, kanaatimce büyük bir hatâ yaparak boşalttığı Afganistan’a Çin yerleşmiş, Pâkistan’daki varlığını daha da genişletmişti. Şimdi de İran bu halkaya eklemleniyordu. Pâkistan’da yaşanan istikrarsızlıklar ve akabinde Belûcistan üzerinden türetilen sun’i Pakistan-İran gerilimi tam da bu bloklaşmayı bozmak içindi.
Bunlar yaşanırken ortaya Karadeniz- Hazar coğrafyasında, içine Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı alan; Türkistan’a doğru genişleyen Türk tezi çıktı. İran buna hemen refleks verdi. Karabağ savaşında Ermenistan’ı destekledi.(Bu desteğe Hindistan’ın da ortak olması ilginçtir). Hâlbuki Hazar projesi Çin’in de desteklediği bir projeydi. İran, ilk başta içindeki Türk azınlığı kışkırtır korkusu hissediyor; Azerbaycan-İsrâil arasındaki bağdan endişe ediyordu. Ama zaman içinde, muhtemelen Çin’den de gelen telkinlerle yumuşadı. Diğer taraftan Ermenistan ve Gürcistan’daki artan Batı baskısını gördü. Bu dönüşümde birinci derecede rol oynayan da Reisî ve Abdullahiyan’dı. Kazânın, Reisî’nin Aliyev ile yaptığı ve son derecede barışcıl mesajlar verdiği baraj açılışının akabinde yaşanmış olması son derecede dikkât çekicidir. Anlaşılıyor ki, Reisî, Ankara ziyâretinden sonra Karadeniz Hazar üzerindeki Türk tezine yakınlaşmaya başlamıştı.
İran’da, bilhassa merkezinde
Devrim Muhafızlarının olduğu memleket sathında büyük bir yağma yaşanıyor. Bu yağmanın devâm etmesi, İran’a Batı tarafından revâ görülmüş rolün sâhiplenilmesine dayanıyor. İdeolojik olarak en sekter anlayışlara yakın durmasına rağmen Reisî ve ekibinin jeopolitik açılımının, yağmacı radikaller arasında rahatsızlık doğurduğunu düşünüyorum. İran’da, reformistleri sistem dışına atmış olan sekterler arasında bir bölünmenin ve çatışmanın yaşandığını düşünüyorum.
Bu çatışmanın bir suikasta kadar tırmanmış olabileceğini hesap dışı bırakmamak gerekir. Hamaney’in, medresedeki en sâdık talebelerinden birisi olsa da, bir yerden sonra Reisî’nin açılımlarından hoşlanmadığını düşünüyorum.
Şimdi tâkip edeceğiz. Türkiye-İran ve Âzerbaycan ilişkileri gelişirse, elbette bu, bu havzaya esenlik getirecektir. Ama tersi olursa; İran’ın yeni kadroları kesif bir anti-Türk siyâset yükseltirlerse, bunu hayra yormayacak, İran’daki ABD’nin kazandığını anlayacağız.
#İran
#Reisi
#Süleyman Seyfi Öğün
Yorumlar
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
mustafacingoz320909
Kısacası vesselam seneye büyük ihtimalle 3 Dünya savaşlarına doğru hızla gidiyoruz
1
11 a önce
yurtcumustafa2571777
İran sosyal bir devlet olsaydı var ya ülkerimizin komşusu olan bir ülke çok şişler yapılırdı çok işlerde başarılılardı ama mezhepçi bir duruma düştü şiyaya teslim oldu yani Şuayip teslim oldu mezhepçi bir duruma düştü bu da Topal ördek Obama'nın zamanında önünün açılması ile oluştu evet şu anda dünyada Amerika'dan sonra ikinci devlet Müslüman katleden ikinci devlet ama ne olacak bilmem yani işi gücü bizimle anlaşmana uğra bizi angaracılarla uğraşmak bizi engellemek başka bir düşüncesi yok şu anda Amerika'nın verdiği görev ama iki devletin istihbaratının yaptığı işlem budur
11 a önce
Kapat
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.