Cumhurbaşkanlığı sisteminin oylanacağı referanduma doğru hızla ilerliyoruz. YSK 16 Nisan târihini belirledi. Hayırlı olsun dileklerimizle neticeyi göreceğiz. Benim bu süreçte ağırlıklı olarak ilgilendiğim; yürütülen kampanyaların kültürel niteliğidir. Meselâ “evet” diyenler, niçin evet dediklerini lâyıkı veçhile bilmiyorlar. Buna mukâbil, “hayır “diyenlerin de niçin hayır dediklerini bildiklerini sanmıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı da bu durumdan şikâyetçi olduğunu açıkladı. Tartışmalar şimdilik bir “sistem” tartışması niteliğinden bir hayli uzağında.
Tartışma hızla, içinde göz gözü görmenin kâbil olmadığı bir “kültürel nebula”nın içine sokuluyor. Bunun başta gelen sorumlusu ise “hayırcılar”. Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir “sistem değişimi” değil; bir “rejim değişimi “olduğunu ısrarla savunuyorlar. Hâsılı tartışmayı dramatik uçlara taşıyorlar. Bu, özünde bir basitçiliktir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmek sûretiyle “Türkiye'nin bir felâkete sürükleneceğini; bölünüp parçalanacağını ” söylemek herhâlde çok rahatlatıcı olsa gerekir. Cumhurbaşkanlığı sistemini, tek adamcılık, diktatörlük ve daha beteri; saltanata ve dahi Osmanlı'ya ricat ı öngören bir “gerici” tasarım olarak değerlendirmek bu basitçiliğin dallanması ve budaklanmasından başka bir şey değil.. Ben bunun, ağırlıklı olarak; bir türlü aşamadığı kronik sorunları sebebiyle CHP'nin bir daha asla iktidâra gelemeyeceği gerçeğinin doğurduğu bir iç sıkıntısının yansıması olduğunu düşünüyorum. İşte tam da bu sebeple her hâliyle köhnemiş olan bir yapıda ısrar ediyorlar. Kendime sormaktan kaçamıyorum: Eğer CHP'nin gerçekten içi dolu bir iktidâr umudu veyâ ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın kâhir ekseriyetinin desteğini almaya yatkın karizmatik bir liderleri olsaydı; bu projeye ne derlerdi?
Son günlerde Cumhurbaşkanlığı sisteminin saltanat devirlerine ricat etmek olduğu yolundaki vehimlerine bir de ispat buldular. Osmanoğlu soyundan gelen bir hanımefendinin, referandumda “evet” diyeceğini açıklamasına “mal bulmuş Mağribî” gibi saldırdılar. “İşte görüyorsunuz ey millet.. Size demedik mi; bunlar saltanata dönüyor diye. Alın size kanıt”… Şu basitlemenin çapsızlığına bir bakın Allah aşkına… Bununla da kalmadılar ve bahsi geçen hanımefendiye, içlerindeki Osmanlı düşmanlığını kusan, miadını doldurmuş komedyenler ve gazetecilerle tam bir linç kampanyası başlattılar..
Osmanlı'dan kurtuluş olmadığını bir türlü kabûl etmek istemiyorlar. Bu coğrafyanın üzerinde, ne yapsanız da “uzun zamânın” içinden gelen Osmanlı'nın hayâleti dolaşıyor. Tabiî ki kendisi değil; hayâleti… Nasıl ki bir zamanlar Sovyetler'in üzerinde Çarlığın hayâleti dolaştıysa… Dünyâda Türklerin bir îtibârı varsa bunun yegâne sebebi Osmanlı'dır. Ecnebî konuklarınızı nerelerde gezdiriyorsunuz? Topkapı'nın zevkli çinilerine, Süleymaniye'nin kubbelerine, minarelerine hayran hayran bakan dostlarınızın Osmanlı'ya duydukları saygı sayesinde kompleksleriniz bir nebze olsun hafiflemiyor mu? Bürokratik cumhûriyetin bunların yanına koyabildiği ne oldu? Hiç değilse bunun hatırına saygı duymak gerekmiyor mu Osmanlı geçmişine.
Tabiî ki Türkiye Cumhûriyeti Osmanlı'nın içinden geldi. İttihatçı gelenekten gelen “seyfiye” ağırlıklı bir bürokrasi kurdu onu. Sakatlık, bu bürokrasinin kültürel olarak ocaklarından yetiştikleri Osmanlı'ya düşmanlık duymasıydı. Herşeyine saldırdılar Osmanlı'nın. Diline, yazısına, edebiyâtına, mûsıkisine, zevklerine… Katıksız bir ulusalcı olan Attilâ İlhan bunu ne kadar doğru görmüştü. Ulusal dönüşümün, kendisinden evvel gelen emperyal birikimin imbiğinden geçmesi; onunla sentezlenmesi gerektiğini; dünyâ örneklerine bakarak bıkmadan usanmadan yazdı. Eğer bu olmazsa, ortaya kupkuru, yavan ve kısır bir uluslaşmanın çıkacağını ifâde etti. Tıpkı Hikmet Kıvılcımlı, ve Kemâl Tâhir'e yaptığınızı yaptınız onu da…Aforoz ettiniz.. O günleri unutmadık…
Osmanlı'nın hayâleti ne yapsak da bu coğrafyanın üzerinde dolaşıyor. Bilmiyorum hangi nesle nasip olacak onunla komplekssiz bir şekilde uzlaşmak? Bütün “hatâları” ve “doğrularıyla” birlikte olacaktır bu; eğer olacaksa… Burada yazılanlardan bir Osmanlı fetişi türetmemek gerekiyor. Osmanlı düşmanları elbette onun boşluğunu dolduracak bir şey ortaya koyamadılar. Ama doğrusu bir şeyi başardılar.. Osmanlı'nın mirâsı ile yüzleşebilecek bir zihin ve ruh iklimi bırakmadılar… Geçenlerde bu meselenin üzerine giden Cem Küçük, hayretler içinde Osmanlı hânedanından gelen hanımefendiye yönelik başlatılan linç kampanyasına “muhafazakâr” dünyâdan doğru düzgün bir ses çıkmamış olmasına tepki gösteriyordu.. Modern muhafazakârlığın Osmanlı düşmanlığı yaratan bürokratik ulusalcılığın eğitim ve öğretim kalıplarında biçimlenmesidir bunun sebebi azizim.. Unutmayalım; mühendis-müteahhit kafalı bir muhafazakârlık ve müteddeyyinlik bürokratik cumhûriyetin ürünüdür. Osmanlı İstanbul'unun cânım mimârisini katletmek onların işiydi. Onların da dar ufkuna ancak cenk hikâyeleri sığar.. Osmanlı'dan anladıkları da o kadardır…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.