Mimesis (1)

04:0011/01/2018, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Süleyman Seyfi Öğün

İnsan hayâtında bir şey olmak aslında bir şeyleri taklit etmekten ibârettir. Fikir târihi taklit meselesi üzerinde ağırlıklı bir şekilde durmuştur. Başta Eflâtun ve Aristo olmak üzere, taklit (mimesis) meselesini odağına alan çok sayıda düşünürün değerlendirmelerinden bahsedebiliriz. Bilindiği üzere, husûsen sanat felsefesi, mimesis ile en fazla âlâkadar olan sahadır. Derdim, bu meselenin felsefî derinliklerine girmek değil. Bunu yersiz ve gereksiz bulurum. Ama taklit süreçlerinin derin kültürel

İnsan hayâtında bir şey olmak aslında bir şeyleri taklit etmekten ibârettir. Fikir târihi taklit meselesi üzerinde ağırlıklı bir şekilde durmuştur. Başta Eflâtun ve Aristo olmak üzere, taklit (mimesis) meselesini odağına alan çok sayıda düşünürün değerlendirmelerinden bahsedebiliriz. Bilindiği üzere, husûsen sanat felsefesi, mimesis ile en fazla âlâkadar olan sahadır. Derdim, bu meselenin felsefî derinliklerine girmek değil. Bunu yersiz ve gereksiz bulurum. Ama taklit süreçlerinin derin kültürel etkilerinin ziyâdesiyle ilgimi çektiğini de îtiraf etmeliyim.


Evvelâ ahlâkî boyutuyla bir bakalım. Taklit etmek ahlâkî midir? Ahlâkların, mimetik hâllerin karşısında hayli kuşkucu olduklarını görüyoruz. Ahlâklar hakikâte sadâkat arar. Hakikât ise kendi kendisiyle, tastamam özdeş olmayı ifâde eder. Taklit süreçleri, ne kadar yalpalamalı, savrulmalı olsa da eğer nihâî tahlilde hakikât ile özdeşleşmeye adanmışsa belki de hoşgörülebilir. Taklitlerin hakikât muamelesigörmesi; hele hele bu durumun çoğul bir karakter kazanması ise ahlâkların pek de olumlayacağı bir husus değildir. Sokrates ve Eflâtun’un, mimetik olana tepki duyması bu sebepleydi. Onun talebesi olan Aristo ise mimetik tecrübeye bir alan açmış ve onu yer yer olumlamıştır.

Delphoi tapınağının hakimlerinin çağrısı olan “Kendini bil” kelâmı, içerdiği başka manâların yanısıra, insanın başkalarını taklit ederken kendisinden uzaklaşmasının, kendisine yabancılaşmasının doğurduğu risklere karşı bir uyarıdır da. Bizdeki “Kendini bilen Rabbini bilir” hadis-i şerifi bir açıdan vahdet-i vücudçuluğun tezini; yâni insanda Allah’ın tecellisini anlattığı kadar, mimetik tecrübelerin ayarttığı kışkırttığı insan nefsine bir uyarıdır: “Sen sen ol, Firavun gibi Tanrı’dan rol çalma.” Mevlâna hazretlerine atfedilen meşhûr aforizma da aslında anti-mimetik bir düşünceye isâbet ediyor: Ya göründüğün gibi ol; ya da olduğun gibi görün...”

Doğrusu ben, meseleye sosyolojik; daha doğrusu “ilişkisel” temelde bakmayı daha manâlı buluyorum. Taklit eden ile taklit edilen ilişkisinden bahsediyorum. Başka bir ifâde ile daha çarpıcı bulduğum husus, taklit etme sürecinin içindeki kültürel dağılım ve bölünmelerdir.

Soruları sıraya koyup butik cevaplar oluşturalım:

1)Taklit eden ne için taklit eder?

Cevap: Bu, mukallidin kendisinden râzı olmama; yetersizlik, iktidarsızlık duygusu; kendisinden nefret etme, kendisini suçlu bulma, kendisinden utanma vb algılarla âlâkalıdır. Bu algılar ertelenemez her karşılaşmanın bir çatışmaya; her çatışmanın ise bir yenilgiye dönüştüğü bir dünyâda oluşturulmuş algılardır.

2)Taklit süreçlerinin duygusal sermâyeleri nelerdir?

Cevap: En başta nefrettir. En ateşli mukallitler, taklit ettiklerini en ağır sûretle yargılayanlardır. Taklit edilen bir Tanrı’dır. Üstelik bu Tanrının adı Janus’tur. Hem iyi, hem de kötü yüzü vardır. Onun kötü yüzüne saldırılır. İyi yüzüne ise tapınılır. Aşk seçmeci algılamanın fonksiyonudur.

3) Taklit süreçlerinin seyri nasıldır?

Cevap: Taklitçi irâde, bünyesine söz geçiremez. Zihin ile gövde ayrışır. Gövde zihne direndikçe, zihin gövdeye direnir. Neticede zihin gövdeden; gövde ise zihinden soğur.

4)Taklit edilen, taklit edilmeyi ister mi?

Cevap: Eğer, taklit edeni kontrol etmek istiyorsa “evet.” Değilse, bu taklit edilen, taklit edenden asla razı olmaz. En az iki açıdan: a)Çünkü taklit tecrübesi, bir ayna vazifesi görür ve yüzeyi ne kadar kusurlu da olsa aslına kusurlarını gösterir. b) Taklit edileni kendisine mahkûm eder, onu yalnızlaştırır.

5)Taklit edilen, taklit edeni takdir eder mi?

Cevap: İşbirliği yapabilir; ama asla saygı duymaz. Hattâ içinden onu aşağılık bir varlık olarak görür. Bu da mukallidi ağır travmalara iter. Tanınmamak, takdir edilmemek onu derinden yaralar. Bâzen durumu zihni dinlemeyen meflûç bedene fatura eder, bâzen de Tanrının anlayışsızlığına... Elde ettiği en büyük ödül, taklit ettiğinin “acıma nesnesi” olarak kazandığı yegâne târihsel mevziinde tutunmaktır. Burada en ateşli tiradlarla gövdesinin en büyük davacısı olma rolünü oynar.

(Devam edeceğiz)

#İnsan
#Hayat
#Taklit