Kültürel durumların cilveleri

04:0018/11/2024, Monday
G: 18/11/2024, Monday
Süleyman Seyfi Öğün

Hayât bir ilişkiler manzumesi. Bir şeyin ne olduğu, onun başka varlıklarla kurduğu ilişkilerde ortaya çıkar. Her şeyin kendi kendisiyle yeterli ve özdeş olduğu durumlar fıtrata aykırıdır. Bu, olsa olsa Allah’ın bir niteliği olabilir. Beşeri durumlar için mevzubahis olamaz. Bir insan veyâ topluluk kendi farkındalığını ancak bir başkası ile temas ettiğinde geliştirebilir. Elbette farkılılıklar olmasa farkındalıklar da olmazdı. Ama süreç tek boyutlu işlemiyor. Karşılaşmalar ve ilişkiler, farklılıkları

Hayât bir ilişkiler manzumesi. Bir şeyin ne olduğu, onun başka varlıklarla kurduğu ilişkilerde ortaya çıkar. Her şeyin kendi kendisiyle yeterli ve özdeş olduğu durumlar fıtrata aykırıdır. Bu, olsa olsa Allah’ın bir niteliği olabilir. Beşeri durumlar için mevzubahis olamaz. Bir insan veyâ topluluk kendi farkındalığını
ancak bir başkası ile temas ettiğinde
geliştirebilir. Elbette
farkılılıklar olmasa farkındalıklar da olmazdı.
Ama süreç tek boyutlu işlemiyor. Karşılaşmalar ve ilişkiler, farklılıkları ve farkındalıkları ortaya çıkarırken, kültürel geçişler ve etkilenmeler ise bu farklılıkları zımparalayan bir başka süreci de hızlandırır. Organik, türdeş (homojen) kültür anlayışını hep sorunlu bulmuşumdur. Kültürler, donmuş, kapalı göllere değil, birbirine karışan akarsulara benzer. Meseleler de burada başlar zâten.
Farklılıklar üzerinden farkındalıklar sağlayan
kültürel rastlaşmalar ve ilişkiler
, benzeşmelere giden bir başka farkındalık ile çatışır. “Beni (bizi) ben(biz) kılan” niteliklerin farkına varırken, en azından onların bir kısmının ellerim(iz)den, avuçlarım(ız)dan kayıp gitmesine de şâhitlik edebiliriz. Ters istikâmetli; lâkin eş anlı süreçlerdir bunlar.
Peşin hükümlerin kırılması için rastlaşmalar arttırmak ve dünyâya açık zihinlerle işgörmek gerekiyor. Buraya kadar bir mesele yok. Mesele bu rastlaşma ve ilişkilerin doğurduğu farkındalıkların; yâni ben veyâ biz’in farkındalığı ile onları şu veyâ bu derecede çözen, onun zıddındaki farkındalıkların çatışmamasıdır. Bunun için
rastlaşmanın meydan okuyucu olmaması
asgari şarttır. Meydan okumaya mâruz kalan kişi veyâ topluluklarda ben veyâ biz duygusu etrâfında bir müdafaa refleksi ortaya çıkacaktır. Bunu
iç bağları kaslandıran kapanmalar
izleyecektir. Tehlikeyi bertaraf etmek sadedinde bunun böyle olması anlayışla karşılanabilir. Lâkin tehlike somut olarak bertaraf edildikten sonra bunun endişesi daha uzun bir zaman devam edecektir. Yer yer paranoyaya kadar varabilecek; her türlü rastlaşmaya ve ilişki kurmaya doğru kategorik kapanmalar,
iç bağları kaslandıran özel süreçler bu defâ kireçlenmelere
evrilecektir. Kendi içine kapanan, kendisini her nev’i ilişkiden tecrit eden kültürel vasatlar elbette çölleşecek ve çok daha dramatik olarak kendi içindeki
Bedevî savaşlarına
mahkûm olacaktır.
Meydan okumanın en somut karşılığı savaşlardır. Rastlaşmaların mümkün mertebe, taraflardan birisinin diğerine boyun eğdirmesinin dışında bir seçenek bırakmayan askerî hesaplaşmalar üzerinden olmaması gerekiyor. Hoş, burada bir parantez açabiliriz. Savaşlar mârifetiyle karşılaşmalarda bile birbiriyle çelişebilecek ve keskinleşebilecek
olan farkındalıkların
, o kadar da çelişip keskinleşmediği de vâkidir. Bunun en tipik misâli Haçlı Savaşları olsa gerekir. Haçlı Savaşları, Müslüman ve Hristiyanlığı ilk defâ bu çapta ve yoğunlukta karşıkarşıya getirdi.
Hilâl ve Haç’ın savaşından
ilk ve düz bir akıl yürütmeyle beklenen, her iki cenahta da kendi farkındalığının artışı, hattâ keskinleşmesi olabilir. Elbette bu yaşanmıştır. Haçlı Savaşları sâyesinde Müslüman Müslümanlığını, Hristiyan da Hristiyanlığını daha derin olarak idrâk etmiştir diyebiliriz. Lâkin , târihçilerin ortaya çıkardığı, çeşitli kitaplarda biraraya getirilen o devirlere âit bâzı notlar, bunun tersi başka bir süreci de düşündürüyor. Pek çok Haçlı askeri savaşa gelmeden evvel, kendisine Müslümanlar hakkında aleyhte söylenenlerin hiçbirinin doğru olmadığını anladığını yazıyordu. Müslüman savaşçılarını ahlâkını öven o kadar çok hatıra var ki.. Bunların arasında beni en çok etkileyenlerden birisi, bir Haçlı askerinin, “Şimdi memleketime dönüyorum. Ama buraya gelmeden evvelki ben olarak değil, bambaşka birisi olarak” diye biten satırları olmuştur.
Doğrusu; kadim, modernlik veyâ kapitalizm öncesi dünyâlarda kültürel rastlaşmalar ve ilişkilerin doğurduğu
rahatsızlık ve sancılarla
, onların kazanımı olan
sindirilmiş kültürel zenginleşmeler
arasındaki açıkların hayli düşündürücü olduğu kanaatindeyim. Doğrusu, eski zamanların kültürel savaşlarının, modern kültürel savaşlar yanında son derecede mâsum kaldığını iddia etmek için çok sayıda delil getirilebilir. Bu da kadim dünyâlardaki eşitsizlikler ile modern dünyâda rastladığımız eşitsizlikler arasındaki farkı düşündürüyor.
Arttırılması pek de mümkün olmayan bir artık değerin kavgası da sınırlı olacaktır. Modern kapitalist dünyâda ise artık değerin insafsızca arttırıldığını; hâl bu olunca da kavgalarının daha yırtıcı ve öldürücü olduğunu anlayabiliyoruz.
Artık değeri insafsızca büyütmeyi hedefleyen modern kapitalist dünyâ, coğrafyaları ve nüfusları hallac pamuğu gibi attı; birbirine kattı. Bu dinamikler kültürel rastlaşmaları kendi hâlinde, uzun zamanlara dayalı olarak işleyen; dolayısıyla sindirimi olan süreçler olmaktan çıkardı. Hâsılı kültürel çatışmaları bizzat fişekleyen eşitsiz dünyâ kapitalizmi oldu. Bu dinamikler farkındalıkların çelişkilerini derinleştirip keskinleştirdi. II. Umûmî Harp sonrasında yaşanan
sömürgeciliğin tasfiyesi
ve 1990’lardan başlayarak idrâk ettiğimiz
küreselleşme
, bu çelişkileri dindireceği yerde daha da derinleştirdi.
Günümüzde kültürel kavgaların çok katmanlı bir dil üzerinden yürütüldüğünü anlıyoruz. Ama çok daha tuhaf olan,
bu dil veyâ jargonun aynı çevreler tarafından dönüşümlü olarak kullanılması
. Asimilasyona karşı millîlik ve yerlilik güttüğünü düşündüklerinizin bâzı meseleler gündeme geldiğinde fevkalade evrenselci olabildiğini , her nev’i asimilasyonu gönüllü bir şekilde içlerine sindirebildiğini görebiliyorum. Fennî sağcılığın yerlici ve millici söylemine, kapitalist vahşetin içinde kol gezdiği teknolojizm ve ekonomizm yüklü küreselciliği eklemlemesine hayretle bakıyorum; tıpkı antiemperyalizmde kül bırakmayan solun, Batı’dan türetilmiş insan hakları, demokrasi vb değerlerin, sömürgeciliğin târihi ile bitişen, örtüşen taraflarını görmezden gelip, onlara târih üstü evrensellik biçip tapınmalarına hayret ettiğim gibi. Birilerini asimilasyon yapmakla suçlayan ve buna karşı çıkanların, yeri geldiğinde kavramsal bir ali cengiz oyunu yapıp, kendi asimilasyonunu entegrasyon gibi meşrûlaştırabildiğine de şâhit olabiliyoruz. (Babası Türkiye’de kültürel asimilasyon var diye Hollanda’ya göçmüş ve orada doğmuş Hollandalı siyâsetçi Dilan Yeşilgöz, entegre olmuyorlar diye göçmenleri suçlayarak bunun son misâlini verdi).
Hâsılı, bu gelişmelerden anladığım çok temel bir şey var. Kültürel kavgalarda daha çok çıkar pozisyonlarına bakmak;
kimin orada hangi jargon oyunu yapıp başka bir pozisyona geçtiğine
bakmak gerekiyor. Herşey gibi kültürler de kirleniyor gâliba. Zâten hegemonyalar da bu kirli galerilerden kendisine yol bulup açıyor..
#birey
#hayat
#Süleyman Seyfi Öğün