Meydan okumanın en somut karşılığı savaşlardır. Rastlaşmaların mümkün mertebe, taraflardan birisinin diğerine boyun eğdirmesinin dışında bir seçenek bırakmayan askerî hesaplaşmalar üzerinden olmaması gerekiyor. Hoş, burada bir parantez açabiliriz. Savaşlar mârifetiyle karşılaşmalarda bile birbiriyle çelişebilecek ve keskinleşebilecek
, o kadar da çelişip keskinleşmediği de vâkidir. Bunun en tipik misâli Haçlı Savaşları olsa gerekir. Haçlı Savaşları, Müslüman ve Hristiyanlığı ilk defâ bu çapta ve yoğunlukta karşıkarşıya getirdi.
Hilâl ve Haç’ın savaşından
ilk ve düz bir akıl yürütmeyle beklenen, her iki cenahta da kendi farkındalığının artışı, hattâ keskinleşmesi olabilir. Elbette bu yaşanmıştır. Haçlı Savaşları sâyesinde Müslüman Müslümanlığını, Hristiyan da Hristiyanlığını daha derin olarak idrâk etmiştir diyebiliriz. Lâkin , târihçilerin ortaya çıkardığı, çeşitli kitaplarda biraraya getirilen o devirlere âit bâzı notlar, bunun tersi başka bir süreci de düşündürüyor. Pek çok Haçlı askeri savaşa gelmeden evvel, kendisine Müslümanlar hakkında aleyhte söylenenlerin hiçbirinin doğru olmadığını anladığını yazıyordu. Müslüman savaşçılarını ahlâkını öven o kadar çok hatıra var ki.. Bunların arasında beni en çok etkileyenlerden birisi, bir Haçlı askerinin, “Şimdi memleketime dönüyorum. Ama buraya gelmeden evvelki ben olarak değil, bambaşka birisi olarak” diye biten satırları olmuştur.