|
Korkunun çözülüşü ve gözükaralığın yükselişi

Tehlikeli günlerden geçiyoruz. İdrak ettiğimiz hâdisatı tek bir kelimeyle târif etmek gerekse,
Dionisosçu kaos
kelimesi muhtemelen en uygunudur. Kaos,dünyânın belli bir düzene girmeden evvelki karmaşasını ifâde eder.
Apolloncu bir karakter taşıyan düzen
ise kaosa karşı yatıştırıcı bir kavramdır. Bu iki zıt kavramın muhteviyatından daha mühim olan ise onlar karşısında beşeriyetin tahammül eşikleridir. Meselâ kaosa şâhitlik eden, onun tehlikelerine mâruz kalan ve bedel ödeyen nesillerin tahammül eşikleri aşılmış ve ne pahasına olursa olsun, düzen arzusu tutkulu ve derin bir şekilde şuurlara hâkim olmaya başlamıştır.. Bu nesiller düzenin nitelikleri husûsunda müşkilpesent davranmazlar. Kaosta hiçbir şey öngürülebilir değildir. Kaotik bir iklimde insanlar dayanacak, tutunacak bir dal bulmakta çok zorlanırlar. Düzen ise insanlara
neticelerin kestirilebileceği
bir görüş(vision) sağlar, mühim olan da budur. Kaostan yılmış nesiller için düzen, nitelikleri ne olursa olsun başat, birincil bir amaç hâline gelir.
Düzenlerin hegemonik karakter
i de burada ortaya çıkar. Düzenler, zıddını, yâni kaotik vasatların tehlikelerini hatırlatarak mayasını tutturur. Kaos devirlerinin tecrübe ve hâtıraların canlı olduğu kurucu nesiller yolun başını tutar. Tuhaf olan tutturulmuş düzenlerin, kaotik tecrübelerden yoksun olan sonraki nesiller için çok farklı değerlendirilmesidir. Aşağıda bunları bir misalle anlatalım.
II.Umûmî Harbi birebir, bizzat yaşamış nesiller için 1945’de itibâren merhale merhale kurulan dünyâ düzeni moral bir başarıydı. Dünyâ, kendisine büyük bedeller ödetmiş olan nazizm ve faşizmin ve de her rengi ile
sağ totalitarizmlerden
arındırılıyordu. O günlerde Batı’da revaçta olan siyâsal-sosyal teoriler bu arınmanın tamamlanamadığından, Sovyetler’de câri olan sol totalitarizmin varlığını devâm ettirdiğinden şikâyet ediyordu. Onun da zaman içinde tasfiye edileceği ve târihin arılandırılmasının mutlak olarak temin edilmiş olacağı varsayılıyordu. Hâlbuki Sovyetler’in varlığı ârızî değildi. Unutmamak gerekir ki
hiç bir düzen kendi karşıtını var etmeden ayakta kalamaz.
Sovyetler Birliği’nin varlığı, kaotik tehlikelere karşı Batı kamuoylarının uyanıklığını sağlıyordu. Bu tehlikenin varlığıydı hâkim dünyâ düzenine işlerlik sağlayan. Bir düzen, kaosun güçlerinin mutlak veyâ toptan tasfiyesi ile yaşatılamaz. Tıpkı kimyâda olduğu gibi..Mâlûm, altını yaşatan, onu kav’i kılan içindeki bakırdan başkası değildir. Hâkim Batı; daha doğru ifâdeyle ABD Hegemonyasını ayakta tutacak olan Sovyetler’in varlığı ve bilhassa Avrupa’da zihinlerde hâlâ tâze olan felâketli II.Umûmî Harp’in hâtıralarını ölçülü bir şekilde yaşatma kapasitesiydi. Tersi de Sovyetler’de kurulan düzenin harcında mevcuttu. Hâsılı,
komünist ve emperyalist-kapitalist tehlike
birbirini emziriyordu. II.Umûmî Harp sonrasında kurulan düzen, kaosu çağrıştıran korkuların üzerinde yükseliyordu. Hegemonyanın iki bileşeni vardır: Şiddet ve rızâ.. Ama dikkât etmek lâzım ki burada
rızâ, büyük ölçüde kaygı ve korkunun fonksiyonudur.
Soğuk Savaş durduk yerde ortaya çıkan bir gelişme değildi. Sovyetler’e nükleer silâhların formüllerini ulaştırılmasını Rosenberglerin epik hikâyesine bağlamak çok çocuksudur. Lojistik üretimi anlatmaz; sadece ürünü taşır. Bunu bizzât,
düzen kurucu bir aklın mârifeti
olarak okumak daha doğru olacaktır. Korkuları peydahlamaktan daha mühim olan onu yönetebilmektir. Bunun için nükleer gücün tek sâhibi olan ABD’ye şirk koşmak gerekiyordu. Soğuk Savaş dengesini, McCarthy gibi çılgınları durdurmak isteyen, bizzat ABD içinden bir gücün örgütlediğinden şüphelenirim.
Soğuk Savaş korkuların dengeli olarak sürekliliğini sağlayan, çok düzgün işleyen topraklama hatları ve sigortaları olan bir yapıydı. Babyboomer nesli savaşın felâketini doğrudan yaşamamıştı. Bu nesil içinde neşvünemâ bulan özgürlükçülük, iktidâr ve düzen karşıtlığı, ebeveynlerinin anlattığı II.Umûmî Harp hikâyelerin onlarda tecrübî olarak bir karşılığının olmamasıydı. Hoş, sistem bu sistem karşıtı hareketleri massetmekte çok da zorlanmadı. Ama esas mesele, bu arada defaatle işlendiği üzere
sistemin kendi iç krizlerinin ortaya çıkardığı yıkıcı maddî süreçlerdi.
Sovyetler’in çöküşünün eş anlı olarak l
iberalleri, Woke solculuğunu
ve
neocon temeldeki yeni sağı
eş anlı olarak coşturmasını; daha mühim olarak bunların arasındaki geçişkenlikleri tesâdüfî olarak değerlendirmemek lâzımdır.
Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler’in çöküşü korkunun sistemik işlevinin de sonuna işâret ediyordu. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan iklimi iyimserlik, umut vb pembe kavramlarla selâmlamak basitçilik olur. Kendi nam ve hesâbıma bu iklimi târif edecek daha uygun kavramın
gözükaralık
(daredeviltry) olduğunu düşünüyorum. (Dikkat, cesâret demiyorum). Toplumsal ve siyâsal korkuların yerini bireysilik dâiresindeki bu gözükaralık aldı. Bireylerin, kendilerini kuşatan belirsizliklerden, risklerden derin bir haz aldığı tuhaf, çocuklaşmakta karşılığını bulan narsisistik gözükaralık yaygınlaştı. Hesaplayıcı, araçsal akıl riskten kaçar. Hâlbuki risk almak, postmodern dünyânın epik-heroik değeridir. Bu dünyânın başkenti Las Vegas’tır. Orada kaybetmek bile ayrı bir hazdır. Artık özgürlük Sartre’ın bir zamanlar ona yüklediklerinin aksine, yegâne talebi dokunulmazlık olan tek boyutlu bir özgürlüktür. Bu iklim, geleneklerin nesilleri birbirine bağlayan ve mes’uliyet doğuran bağların en büyük düşmanıdır. Fâsılasız anlarda, ötekini her şekilde eksiltmeyi amaç edinmiş hırçın işlerdir değer kazanmış görünen.
Eylem
(action),
hâdise
(event),
duygu
(emotion) ve
korku
(fear) mânâsını kaybetmiş,bunların yerini
performans
, kronik sıkılmışlığın kamçıladığı bir
yakıcılık deneyimi
(happening),
duygulanımcılık
(sentimentalism) ve
kaprisli kaygılar
(anxiety) almıştır.

Çin-ABD, ABD-Rusya gerilimlerini yeni Soğuk Savaş zannedenlerin görmediği bunlardır. Soğuk Savaş’ı, ahlâkî olarak ayrı bir odada sorgulanmayı hak ediyorsa da neticede bir akıl yönetiyordu. Gözükaralık ve ihtirasların savurduğu hesapsız bu yeni iklimdir tedirgin edici olan. Körfez Savaşı’nı bir dizi film seyreder gibi, naklen TV’den umarsızca seyretmiştir bu nesiller. Kazanırken dünyâ şen ve şatırdır. Kaybederken ise alabildiğine vahşileşirler. Gözükara, hırçın bir çocuklaşmayla teopolitik birleşirse, artık onları kolay kolay kimse tutamaz...


#Dünya
#Toplum
#Süleyman Seyfi Öğün
2 ay önce
Korkunun çözülüşü ve gözükaralığın yükselişi
Esir Şehirlerin eserleri
Bu mel’un amacı nasıl engelleriz
İki dağ arasında
Enflasyonun sosyolojisi
Demokrasi mi piyasaları bozuyor, piyasalar mı demokrasiyi?