Soğuk Savaş’ta ideolojikleşen olimpiyatlar, Soğuk Savaş sonrasında boşluğa düşüp geçici bir alâka kaybına uğradı. Endüstrileşmiş, şenlik ve turizm tarafı baskınlaşmış olimpiyatlardan ulusal ve sınıfsal olmanın çok uzağında kalan; daha çok
rekâbete dayalı bireysel değerler ve başarı hikâyeleri
çıkıyordu. Şaşırmayalım;
mutlak bireysel rekâbet fikri,
zamânın rûhuydu ve küresel kapitalizmin de şiârıydı. Herkes Darwin’in biyolojik tezlerini tartışmaya bayılır. Ama bu tartışmaların da perdelediği daha
derin bir Darwinizm, sosyal Darwinizmden
o kadar da rahatsız olmaz. Rekâbeti yüceltmek çok mâsum görünür.
Küreselleşme ideolojisinin belkemiğini oluşturan rekâbet fikri
üniversite müfredatlarına kadar girmiştir. Bireyler, kurum ve kuruluşlar arası rekâbetin güzellemelerinden geçilmez. “Rekâbet diri tutar” düsturu hayâtın her sâhasında olağanlaşmıştır. Bunun sosyal Darwinizm ile bağı çok defâ hissedilmez bile. Hâlbuki bu bağ çok derindir. Bugün cârî olan başarı kıstasları külliyen,
narsisizm ile eşleşmiş; hiçbir ahlâkî kaygısı olmayan sosyal Darwinist
kıstaslardır. Neoliberalizm esâsen sosyal Darwinizmin ekonomipolitiğini anlatır. Soğuk Savaş devrinde şekillenen sosyal devlete, hâmî bürokrasilere, çeşitli savunmacı toplumsal örgütlere savaş açması bu sebeptendir. Aynı ekonomipolitikaların dünyâyı sürüklediği akıl almaz eşitsizliklerin ve krizlerin sonunda savaşlara sürükleniyoruz. Narsisist kültürel meydan okumaların ışıklı, dumanlı gösterilerine sahne olan Paris Olimpiyatı silâhların gölgesinde yapılıyor. Paris 2024 sanki 1936 Berlin’in bir déja vu’su. Dedikodularını, her meselede ahkâm kesen, aşk şehri Paris’e düşkün pürolu, fularlı élégant gazetecilerden dinleyeceğiz. Tuhaf olan, Ukrayna’da, Gazze’de binlerce insan ölürken kimsenin barıştan bahsetmemesi. Rekâbeti kutsallaştıran ve oyunlaştıran hegemon dünyâ zihniyeti savaşa da onun tabiî uzantısı olarak bakıyor. Hâsılı kadim Greklerin bile gerisine düştük.