İnsan kasırgası

04:002/03/2020, Pazartesi
G: 2/03/2020, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

İdlib sadece rejim ve rejim muhalifleri arasındaki çatışmaların düğümlendiği yer değildir. Burada Türkiye, Rusya ve İran’ın varlığı ve kendi aralarındaki mücâdele basit olarak müdahil aktör sayısını arttırmakla kalmıyor. İdlib’deki sıkışma ve bunun demografik düzeyde infilâk etmesi, Paris’in, Berlin’in geleceğini belirleyecek bir kıvama geldi. Pandora’nın kutusu açıldı. Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen on seneler boyunca AB kılını kıpırdatmadı. Türkiye’yi oyalayan, verdiği taahhütlerini savsaklayan

İdlib sadece rejim ve rejim muhalifleri arasındaki çatışmaların düğümlendiği yer değildir. Burada Türkiye, Rusya ve İran’ın varlığı ve kendi aralarındaki mücâdele basit olarak müdahil aktör sayısını arttırmakla kalmıyor. İdlib’deki sıkışma ve bunun demografik düzeyde infilâk etmesi, Paris’in, Berlin’in geleceğini belirleyecek bir kıvama geldi. Pandora’nın kutusu açıldı. Türkiye’nin bütün uyarılarına rağmen on seneler boyunca AB kılını kıpırdatmadı. Türkiye’yi oyalayan, verdiği taahhütlerini savsaklayan son derecede uyuşuk bir siyâset tâkip etti. Muhtemelen, Türkiye’nin uyarılarını birer blöf gibi gördü. İdlib meselesi Türkiye için bir işbağ noktasına gelip, engellemeler kalkınca Avrupa hudutlarında bir anda onbinler toplandı. Bu da Avrupa için bir kâbusun gerçek olması manâsına geliyor. Değerlendirmelerimize başlayalım..

Astana Üçlüsü olarak Rusya-Türkiye ve İran arasındaki mutabakat artık fiilen dağılmış vaziyette. Astana Üçlüsü arasındaki mutabakatın son derecede kırılgan olduğunu, aklı başında olan herkes, îtiraf etmese bile hissedebiliyordu. Evvelâ bu mutabakatın bu üç aktör nezdinde aynı harâretle paylaşılmadığını tespit etmek gerekiyor. En az gönüllü ve istekli olan İran’dı. İran’ın Ortadoğu siyasetleri mezhep temelli idi. İran’ın nazarında, büyük bir Sünnî güç olan; üstelik bu coğrafyadaki târihsel rakibi olan Türkiye ile berâber uzun soluklu siyâset tâkip etmek, “eşyânın tabiatine aykırı” bir husustu. Rusya için, NATO ile bağları yıpranmış bir Türkiye’nin kendisine yaklaşması “teslimiyet” demekti. Rusya, Türkiye ile Suriye arasında bir fark görmemeye başladı. Âdeta Çar Nikolai sendromu nüksetti. Fiilen NATO’dan dışlandığını düşündüğü ve “Hasta adam” olarak gördüğü Türkiye ile “ölüm döşeğinde” olan ve yaşam destek ünitesine bağlı olarak gördüğü Suriye’yi eş anlı olarak yönetebileceğini zannetti. Alâkasını daha çok İsrâil’e kaydırdı. Bunun Rusya için bir hesap hatası olduğunu zaman gösterecek. Rusya’nın “Sıcak denizlere iniyorum” derken, yakın vâdede Karadeniz ve Baltık gibi “soğuk denizlerde” yiyebileceği şoklar kimseyi şaşırtmamalı.

Astana Üçlüsü’nün çözülmesi tabiî ki ABD, AB ve İsrâil’in çok işine geliyor. ABD ve AB, Rusya ile arası bozulmuş ve yalnızlaşmış olan Türkiye’ye “Bağımsız Kürdistan”ı kabûl ettireceğini düşünüyor. Bunun en olgunlaşmış evresi de İdlib’deki çatışmayı mezhebî temelde bir Türkiye-İran savaşına dönüştürmek. Târihte doyum tokum savaşmış iki millet; Turlar ve Irlar,Kasr-ı Şirin’den bu yana barışık yaşıyorlar. Ir-Tur savaşının, bırakın uzun vâdeyi orta vadede bile ne Ir’lara ne de Turlara bir faydasının olmayacağını her iki taraf da biliyor. Ama bu kavrayış reelpolitik bir akılyürütmenin hediyesi. Gelin görün ki, İran bir reelpolitik değil teopolitik yürütüyor. Mollalar Rejimi’nin ayakta kalması düşmanın varlığına bağlı. Irak-İran savaşı elbette İran rejimini tahkim etti. İdlib’de susan İran’ın bu senaryo hakkında aklından geçen ne, bilmiyoruz. Ama İdlib’in bir Türkiye-Rusya gerilimi olmaktan çıkıp bir İran-Türkiye gerilimini başlatması şaşırtıcı olmamalıdır.

Afganistan, Pakistan, İran, Irak ve Suriye gibi savaşın ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü coğrafyalardaki demografik hareketlilik Türkiye’de düğümlendi. Türkiye on seneler boyunca, üstelik hiçbir şekilde insanlık kamuoyuna yaranamadan bu yükü tek başına taşıdı. Ama artık barajın kapağını kaldırdı. Gayrısını AB düşünecek. (Bunun ABD tarafından bıyık altından gülerek karşılanan bir süreç olduğunu; daha doğrusu ABD’nin AB’nin başına sardığı bir belâ olduğundan şüphelendiğimi söylemeliyim). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi insanların bu dünyâda serbestçe, engellenmeden seyahat etmek ve istediği yere yerleşme hakkına sâhip olduğunu vaz eder. Teknolojizmin ayarttığı aklı ve bilgisi kıt, görme yetisini kaybetmiş çevreler, artık sınırların kalktığını, küreselleşme kavramının bile bu dinamizmi açıklamaya kâfi gelmediğini, artık “kare” bir dünyâda yaşadığımızı vaz ediyorlar. Sermâyenin “reel” dolaşımıyla insanın “sanal” dolaşımını birbirine karıştırıyorlar. Sermâyenin dolaşım ve işlem hızı önlenemez ve denetlenemez bir biçimde arttı. Süreç başlangıçta belki reeldi. Ama ivme o derecede katlandı ki, Alain Tourraine’in doğru saptamasıyla reel üretimler finansal işlemlere yetişemez oldu ve bu ikisi arasındaki açık insafsızca büyüdü. Sermâye kendi kendisini A.Gorz’un hârika kavramıyla “maddesizleştirdi”. İnsanın dolaşımı ise hiçbir zaman reel bir boyut kazanamadı. Dâima geçindirmekte her geçen gün zorlandığı evine mahkûm edildi. Bu baskı milyarları harekete geçiriyor. İnsanlık en göçer evresinde.. Pasaportlar, vizeler, duvarlar, Neo-Naziler bu seli durdurmaya çalışıyor. El Nino yıkar, ama en fazla iki haftada durulur. Pandora’nın kutusu açılıp insan kasırgası ise başlamaya görsün, onu hiçbir şey durduramaz. Kavimler göçü de denir buna..Durulması ise asırlar alır. Üstelik, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

#​İdlib
#Afganistan
#ABD
#AB
#Rusya