Türkiye’nin jeopolitikasının bu dinamikten berî düşünülemeyeceği de ortadadır. Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Mısır ve Türkiye-İran
âteşin
; tabir câizse mağmasını oluşturmaktadır. Eğer meselelere sâdece ideolojik veyâ teopolitik eksendeki farklılık ve bölünmelere bakarak girecek olursak, bu son derecede eksik ve hatâlı durumlar doğuracak, telâfisi çok zor neticeler doğuracaktır. Bunun bâzı dramatik neticelerini, meselâ Arap Baharı’nda olduğu gibi, yaşayarak idrâk ettik. Bu süreci
duygusal teopolitik angajmanlara dayalı olarak maksimalist bir çizgiye çekmenin bedelini
ödedik. Bu hatâları tekrar etmemek için onlarla diri bir şekilde yüzleşmek faydalı olacaktır.
Mevcut hâdiseler maksimalizm kaldırmıyor.
Bunun yerine
, rekâbetleri işbirliğine dayalı olarak esnek bir şekilde yönetmek
daha doğru bir tercih olarak dikkate alınmalıdır. Anlayabildiğim kadarıyla süreç şöyle işliyor:
Her kim maksimalizm yaparsa karşısında en uzlaşmaz olduğunu düşündüğünüz ittifakları buluyor ve yalnızlaşarak kaybediyor.
Doğru muhasebe, kronik ve uzlaşmaz çelişkilerin hâkim olduğu “ötekilerle”, giderilebilir veyâ kronik olmayan, tehir veyâ ihmâl edilebilir sorunlarla yüklü olan tarafları ayrıştırmak ve onlarla nasıl işbirliği geliştirilebileceğini hesap etmek gerekiyor. Şimdi bunu somutlaştıralım..