Soğuk Savaş devrinde devletler doğrudan çatışmıyor, yerel çatışmaları destekleyerek pozisyonlarını kuvvetlendirmeye gayret ediyorlardı. Soğuk Savaş sonrasında dengeler altüst oldu. Çatışan yerelliklere dayalı meşrulaştırmaların yanında, Soğuk Savaş’ın gâlibi olan Batı tarafından,
doğrudan ve topyekûn ulusdevletlerin hedefe konulması
gündeme geldi. Burada, içeriğinin ne olduğu belirsiz,
ama maşallah giydirildiği her bedene oturan terör kavramı
kullanılmaya başladı. Artık teröristlerin, terör gruplarının yanında, bizzat terörist suçlamasına mâruz bırakılan ve muzaffer Batı değerlerini tehdit ettiği varsayılan devletler ve uluslar vardı. Bunlara karşı girişilecek mücâdele hangi usulü kullanırsa kullansın mübâh sayılacaktı. Afganistan, Irak, Libya vb bu dalganın ilk kurbanları oldu. Bu büyük bir değişimdi. Nizâmî ve gayrinizâmî küreler arasında dans etmek ve bir şekilde ikincisini gizlemeye çalışmak ve ilkinin kılıfına uydurmak devri bitmişti.
Meşru kılmanın yerini mübâh
görmek almıştı. Anlaşılmayan ise, terörle mücâdelede bu değişim
bizzat devletleri terör üreten varlıklar
hâline getireceğiydi. Öyle de oldu. Artık kavramın tam mânâsıyla bir devlet terörü devrini idrâk ediyoruz. İsrâil’in Gazze’de yaptıkları tam da bunu gösteriyor. Ama son hâdise, yâni çağrı cihazlarının patlatılması üzerinden yaptıkları katliam bunun en açık misâli olarak anılacak.