Goodwin, Osmanlı için “
” ifâdesini kullanır. Ufuklu bakış, büyümeyi ve büyüdüğü coğrafyalara barış ve nizam getirmeyi ifâde eder. İçererek büyümektir bu.
, yâni Roma Barışı’ndan sonra Akdeniz’de bu barışın vârisi olan Osmanlı’dır ve
tam da bunu ifâde eder. İstiklâl Harbi’nden sonra, kısa bir zaman evvelinde savaştığımız komşularla barış sağlamak yolunda harcanan gayretleri de, temelde bu geleneğin devâmı olarak değerlendiririm. Modern târihimizde ortaya çıkan, Garp, Moskof, komünizm vb korkular, aslında kendisinden emin bu büyük geleneğin tahribâtından başka bir şey değildir. İran’ın durumu ise çok farklı seyretmiştir. Târihsel sıkışmışlığı içinde büyüyemeyen, coğrâfî bir cendereye mahkûm olan İran bizden farklıdır. Onun pratiği, bilhassa o mâhut, bence de muhteşem edebiyâtı üzerinden,
kendisini kendi içinde büyütmek
olmuştur. Bunun siyâsal boyutu ise koyu bir Şii-Fars
olmuştur. 1979 İran İnkılâbı, bu terkipte Fars milliyetçiliğine baskınlık kazandırmak isteyen Şahlığa karşı, Şiilik unsurunu ön plâna geçiriyordu. İran’ın Irak, Sûriye, Lübnan ve Yemen’e uzanan nüfûzunu taçlayan Şiî Hilâli fetihçi bir mâhiyet taşımaz. Bunun gâyesi, İran’ın ileri cepheler oluşturmak sûretiyle kendisini emniyet altına almasına mâtuf bir strateji inşâ etmektir.. Inkılabın, daha başında ABD ve İsrâil’i düşman ilân ettiğini hatırlayalım. Kurgu bunun üzerine binâ edildi. Bu kurgu hemen müşteri buldu.
ile Araplarla anlaşmaya başlayan ve
İsrâil bu kurgunun paydaşı olmakta gecikmedi. Unutmayalım ki, Camp David’in târihi 1978, İran İslâm inkılâbının târihi 1979’dur. ABD de aynı âkıbete mâruz kaldı. Soğuk Savaş’ın ardından büyük bir boşluğa düşecek olan ABD, 1980’lerde, daha Reagan devrinden başlayarak İran’ı düşmanlaştıran bir söylem geliştirdi.