Kafkasya’ya açılan topraklarda durumu hayli toparlamış, alabileceğimizi almıştık. Kayıp ve acılarımız başka iki coğrafyada,
Balkanlar ve artık Ortadoğu olarak bilinen coğrafyada
odaklanıyordu. Cumhûriyet Türklüğünün kaybedilmiş Balkanlara bakışı ile bugün artık Ortadoğu olarak bilinen coğrafyaya dâir hislerimiz aynı değildi. İlkinden başlayalım. Balkan bozgununu ve orada Müslümanların mâruz kaldığı katliamlardan sağ kurtulanlar “anavatanlarına” dönmüşlerdi. Yaşadıkları hâdiseler ve hatıraları tahammülfersaydı. Dikkat çeken bir şekilde yorumladılar bunu. Benzeri hâdiseleri yaşayan topluluklar,
acılarını büyük çaplı çarpıtmalar ve mübalağalar üzerinden
varlıklarına esas kılmışlardır. Acılardan ve kandan varlık devşirmektir bu. Akla hemen Ermeniler ve Yahudiler geliyor. Doğrusu anlıyorum, ama bir noktadan sonra hak veremiyorum. Dahası, bu tarz intikamcı bir varoluş iddiasını; yâni
kendisini acındırarak tanınmayı ve varlık bulmayı
çok da asil bir davranış olarak görmüyorum. Bizim Balkan göçmenleri ise bunun tam tersini yaptılar. Çok asil bulduğum bir yaklaşımla
O acıları bizzat yaşamış olanlar, kendilerinden sonra gelen nesillerin hayatlarını karartmamak için acılarını içlerine gömdüler. Sustular ve çok az şey yansıttılar. Kafkasya göçmenlerinde de benzer bir durumu gözlemişimdir. Bu gönüllü unutma ile ulusun önünü açmak adına Cumhûriyetin Osmanlı geçmişini ve bağlarını
siyâsetlerinin örtüştüğünü düşünüyorum.