Bundan sonrasına dâir bâzı ipuçları

04:009/12/2024, Pazartesi
G: 9/12/2024, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Târihî bir süreçten geçiyoruz. 1990’larda, yâni Soğuk Savaş’ın hemen arkasından başlayan yıkıcı bir dalga artık neticesini aldı. Saddam ve Kaddafî’den sonra ayakta kalan; Rusya ile İran’ın sun’i teneffüssüyle yaşayan Esad rejimi de çöktü. Evvela kendi içinde bakıldığında, bunun hayırlı bir hâdise olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. BAAS rejimlerine sempati beslemek için kimin ne gibi bir iddiası olabilir ki? Kanlı, baskıcı rejimlerdir bunlar. Antiemperyalist olmaları veyâ öyle gözükmeleri buna bir

Târihî bir süreçten geçiyoruz. 1990’larda, yâni Soğuk Savaş’ın hemen arkasından başlayan yıkıcı bir dalga artık neticesini aldı. Saddam ve Kaddafî’den sonra ayakta kalan; Rusya ile İran’ın sun’i teneffüssüyle yaşayan Esad rejimi de çöktü. Evvela kendi içinde bakıldığında, bunun
hayırlı bir hâdise
olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. BAAS rejimlerine sempati beslemek için kimin ne gibi bir iddiası olabilir ki? Kanlı, baskıcı rejimlerdir bunlar. Antiemperyalist olmaları veyâ öyle gözükmeleri buna bir mâzeret oluşturamaz. Dahası,
bu rejimlerin ideolojik kompozisyonunda sıkı bir antiTürk çizginin de bulunduğunu
ihmâl etmemek gerekir. Ezcümle, Esad’ın gidişine üzülmek yeterince tuhaf bir durumdur. Doğrusu bu satırların yazarı, çökmüş, ipi başkalarının elinde olan Esad ile görüşüp, yeniden anlaşmak teşebbüslerini hiçbir zaman mânâlı bulmadım. Türkiye ile Sûriye arasındaki o balayı devrinde Esad ikili oynamış; bir taraftan Türkiye ile yakınlaşırken, el altından İran’ı Türkiye’ye tercih eden bir siyâset geliştirmekten çekinmemişti. Neyse, eski günleri gündeme getirmenin bir mânâsı yok. Olan oldu. Dökülen sular toplanmıyor.
İran ve Rusya’nın devreye girmesinden sonra, o zamanlara kadar antiBaas bir doğrultuda hızlı bir Batı yanlısı bir çizgi tâkip eden Türkiye yalnız bırakıldı. İyot gazı misâli boşa düştük. Bu, Türkiye’nin o zamanlarda dış siyâset saflığı veyâ zaafıydı.
2015’ten başlayarak Türkiye; Sûriye’de, yavaş yavaş palazlandırılan PYD ile nevzuhûr Rusya ve İran’ın karşısında buldu kendisini.
Sûriye’nin Dostları ortada yoktu. Atlantik Bloku Fırat’ın doğusuna çekilmiş; kurup güdümlediği IŞID gibi kanlı örgütlerin önünü açıyor; daha sonra da bunlara karşı PKK’yı kahramanca (!) savaştırıp, o coğrafyaları ona bahşediyordu. Fırat’ın batısında ise Rusya ve İran hâkimdi. Sanki Batı (Atlantik) ile Doğu (Rusya ve İran) aralarında anlaşmışlardı. Fırat’ın batısında kalan PKK ise Rusya ve İran’ın koruması altındaydı. IŞID, el-Kâide, DAEŞ, el-Nusrâ, her neyse İdlib’e yerleştirilmiş, dünyâ haberleşme ağından çıkarılmıştı. İdlib
kapalı bir kutuydu
. Uzun zaman öyle kaldı. Rusya ve İran bundan son derecede rahatsızdı. Başlarının buradan derde gireceğini biliyorlardı. Bir an evvel, İdlib’i ele geçirmenin telâşıyla her fırsatta saldırıyorlardı. Milyonlarca Sûriyeli sığınmacının baskısı altında kalan Türkiye ise, yeni bir göç dalgasını bertaraf etmek için ve de kaçınılmaz olarak İdlib’deki statükonun devâmı için gayret ediyor; bir bakıma İdlib’e kol kanat germek zorunda bırakılıyordu. Manzara kabaca şuydu:
Bir tarafta Türkiye’nin himâyesinde bir
İdlib
ve el-Nusra, daha sonra HTŞ; diğer tarafta ise Rusya ve İran’ın himâyesinde bir Afrin, Tel Rıfat, Münbiç
üçgenindeki PKK vardı.

Bu arada Türkiye’de 15 Temmuz yaşandı. Türkiye silkindi ve kendisine geldi. Üst üste başarılı harekâtlarla Sûriye’nin kuzeyinde kendisine, ayağını basacağı bir zemin sağladı. Daha sonra Rusya ve İran ile diplomatik bir masa kurdu. Astana bunun mahsulüydü.

Doğrusu ilk başlarda masanın en zayıf ortağı Türkiye idi. Astana büyük bir fırsattı. Ne var ki
Münbiç ile İdlib kartları masada gitti geldi.
Rusya ve İran taahhütlerine riâyet etmedi. İki taraflı olarak, hem PKK’ya hâmi olmaya devâm ettiler hem de İdlib’e yoğun bir şekilde saldırmaya devâm ettiler. Hâsılı Astana zaman içinde can çekişmeye başladı. (Hafta sonu kurulan ve Türkiye’nin ilk defâ en rahat ve kuvvetli taraf olarak oturduğu son Doha masasını Astana’nın cenâzesinin kaldırıldığı bir masa olarak görüyorum).
Rusya-Ukrayna savaşı ve 7 Ekim bu kilitlenmiş süreci açan gelişme oldu.
İlki Rusya’nın Sûriye’deki askerî gücünü zayıflattı. Diğeri ise İsrâil’in İran’ı tâvizsiz Lübnan, Sûriye ve Irak’tan silme teşebbüsünü başlattı. İran Rusya’nın ayağına dolaşmaya başladı. Nihâyet İdlib’de senelerdir gizlenmiş olan HTŞ’nin Atlantik tarafından tornadan geçirilmiş, perdahlanmış, cilâlanmış; teçhiz edilmiş hâli kutudan çıktı. Bu, aynı zamanda,
2011’de başlamış, ilk perdesi oynanmış, 2015’ten sonra bir şekilde ertelenmiş olan senaryonun, yeni
şartlarda yeniden
devreye sokulması mânâsına geliyordu.
Bu işin en büyük kaybedeninin İran olduğu muhakkak. Ukrayna savaşında iyiden iyiye yorulmuş ve pazarlık kuvveti en aza inmiş olan Rusya’nın durumu ise şimdilik hayli belirsiz. Ya Doğu Akdeniz’den, hâliye Afrika’dan topyekûn silinecekler veyâ bu uzak coğrafyalardaki varlığı son derecede silikleşecek. Bundan sonra Türkiye-Rusya ilişkilerinin bambaşka seyredeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Son haberler Şam’ın düştüğünü bildiriyor. Esad devri nihâyet bitti. Türkiye’nin Tel Rıfat’ın ardından Münbiç’i alması da an meselesi. Bu arada PYD, güneydeki harekâtlarıyla Sûriye topraklarının aşağı yukarı yarısını kontrol eder hâle geldi. Bu coğrafyalar su, elektrik ve nihâyet petrol sâhalarını ifâde ediyor. İsrâil ise işgâli altında tuttuğu Golan taraflarında Dürzileri harekete geçirdi. Manzara şu:
Sûriye’nin enerji kaynakları PYD’nin; yaşanabilir topraklar, şehirler ve sınâî alt yapılar ise HTŞ’nin elinde.
Birisi olmadan diğerinin bir mânâsı yok. O hâlde Sûriye’nin parçalanacağını iddia edenlerin hayli yanıldıklarını söyleyebiliriz.
Atlantik modelinde yeni Sûriye esas olarak, özerklik temelinde Sünnî Arap HTŞ ve Sünnî Kürt iki büyük sütun üzerine kurulacak.
Bu anlaşılıyor. Sâhil Sûriye’sinin durumu ise hâlâ belirsiz. Bâzılarına göre burada Rusya’nın üs güvenliğinin de sağlandığı bir Nusayrî özerk sahası olacak. Bekleyip göreceğiz. Eğer bu olursa, Irak’taki yapının Sûriye’de de copy/paste usûlü gerçekleşmesi demek olacaktır. Ama bizim için birinci derecede mühim olan PYD’nin hâkimiyet sâhası ile Türkiye arasında bir tampon kurulup kurulamayacağı. Bu da masada belli olacak. Türkiye bu sağlanmadan ordusunu çekmemek için sonuna kadar direnmek, değilse fiili olarak devreye girmek zorunda. İkinci derecede Türkmen varlığı için bir kart açmak zorundayız. Eğer bunları sağlar, orta vâdede ise Sûriyeli sığınmacıların kâhir ekseriyeti Sûriye’ye döndürülebilirse Türkiye’nin bu süreçten başarılı çıktığını söyleyebileceğiz. Yeni yapının küresel işbölümünde nerelere isâbet ettiği ayrı bir yazının konusu...
#Suriye
#Halep
#Şam
#Süleyman Seyfi Öğün