Batıların kavgası(1)

04:0026/12/2024, Perşembe
G: 26/12/2024, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Zihnimizdeki Batı kavramı umûmiyetle tek parça hâlinde yer alır. Meseleleri daha ziyâde Hilâl-Haç gerilimine oturturuz. Aslında bu ayırımın payımıza düşürdüğü Doğu’nun tek parça olmadığını da biliriz. Meselâ bir İran ile aramızdaki farklılıkların, rekâbet ve çatışmalar eksenindeki târihsel-tecrübî hâdiseler üzerinden pekalâ farkındayızdır. Ama Batı-Doğu karşılaşmalarında bunları ihmâl ederiz. Hâlbuki bunu akılda tutup, Batı’nın da tek parça bir Batı olmadığını hesâba katmak gerekir. Hoş, siyâsal


Zihnimizdeki Batı kavramı umûmiyetle
tek parça
hâlinde yer alır. Meseleleri daha ziyâde
Hilâl-Haç gerilimine
oturturuz. Aslında bu ayırımın payımıza düşürdüğü Doğu’nun tek parça olmadığını da biliriz. Meselâ bir İran ile aramızdaki farklılıkların, rekâbet ve çatışmalar eksenindeki târihsel-tecrübî hâdiseler üzerinden pekalâ farkındayızdır. Ama Batı-Doğu karşılaşmalarında bunları ihmâl ederiz. Hâlbuki bunu akılda tutup, Batı’nın da tek parça bir Batı olmadığını hesâba katmak gerekir. Hoş, siyâsal târih bilgilerimizle meselâ Avrupa içinde yaşanmış savaşların bilgisine de sâhibizdir. Bu da kolayca bir ihmâlin konusu olur; yeter ki
Batı-Doğu rastlaşmaları
gündeme gelsin. Çok parçalı bakış ve düşünüşü bırakır, tek parçalı baskın düşünüş ve değerlendirmelere geri döneriz. Fransa ile İngiltere veyâ Almanya ile İngiltere kendi içlerinde çatışabilir; ama mesele Doğu meselesi hâline gelirse onları türdeş bir Batı olarak görürüz. Meseleler
jeopolitik
eksenin dışına çıktığında, meselâ
jeokültürel
olarak değerlendirildiğinde bu bakış daha da keskinleşir.
Batı’nın çoğulluğu meselesine çarpıcı bir tespitlerle dikkat çekenlerden birisi de Mâhir Kaynak idi. Merhum Kaynak,
Kıt’a Avrupası ile Angloamerikan eksen arasında iflâh olmaz bir karşıtlık olduğuna
çok sık işâret ederdi. Mâhir Kaynak’ın değerlendirmeleri o zamanlarda bir miktar yadırganırdı. Ama günümüze doğru yaşanan hâdiseler bana, onun bu bakışının çok isâbetli olduğunu düşündürüyor.
Modern dünyânın sıklet merkezinin
Avrupa ve Kuzey Amerikalar arasındaki bir hat olduğunu söylemek mâlûmu ilâm eden
bir basitlemedir. Bu iki kıt’ayı birleştiren hidrolik zeminin bizzat Atlantik olduğunu ve bu hegemonik merkezin isminin
Atlantik hegemonyası
olduğunu iddia etmek de öyle. Bunlar son derecede yaygın kabûl gören ve son derecede isâbetli bir değerlendirmelerdir. Nitekim, bilimlerden fenlere, sanatlardan felsefelere; modernleşmenin temel birikimlerinin çeşitli cephelerinin izi, yüzünü bu okyanusa dönen, İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere olarak bilinen coğrafyalarda sürülebilir. İtalya, bilhassa Haçlı savaşlarının doğurduğu talep artışının ve bu yolda çeşitlenen ticârî ilişkilerin sağladığı avantajlarla zenginleşmiş olsa da, dünyânın yağmalanmasından pay alamamış, asla bir İspanya veyâ Portekiz olamamıştır. Çünkü neticede İtalya kadim sıklet merkezi olan Akdeniz’den besleniyordu. İberik dünyâ ise dünyâ yağmasından nasiplenen ilk fâtih devletlerdi. Lâkin, Güney Amerikalar’dan devşirdikleri zenginlikleri eski dünyânın aklıyla tasarruf ettiler ve her ne kadar Güney Amerikalarda derin kültürel izler bıraktılarsa da sürecin devâmını getiremediler. Doğu Akdeniz’in başlattığı dinamik Orta ve Kuzey Avrupa’larda da tesirli oldu. Meselâ Baltık ticâretinin canlanması, Hansa Ligası vb. dinamikler bu coğrafyaları da yeşertti. Modern Avrasya gücü olarak Rusya’nın temâyüz edişini de buna dayandırabiliriz. Ama onlar da, zırâî, ticârî ve nihâyet sınâî kapitalist süreçleri başarmış olsalar da dünyâ yağmasından pay alamadılar. Meselâ Almanya sermâye birikimini sağladıysa da, Atlantik merkezinin periferisinde kaldığı için bir küresel iddiaya dönüştüremedi. Modern Alman târihi, bilhassa kültürel olarak, bu sıkışmışlığın ve gecikmenin derin psikozlarını taşımıştır. Ama bu psikozlar aynı zamanda Alman mûcizesinin de itici dinamikleriydi. Almanya’nın siyâsal birliğine 19.Asrın sonlarında ulaşabilmiş olması tam da bu gecikmeyi simgeler. (Ne tesâdüftür; aşağıda, güneyde İtalya da aynı gecikmeyi yaşamıştır). Bunlara mukâbil Fransa, ama daha baskın olarak İngiltere atı alıp Üsküdar’ı -bunu Atlantik olarak da okuyabilirsiniz- geçmiştir. Elbette arada Hollanda’nın da çok dikkat çekici bir performansı olmuştur.
Ama neticede Ada Avrupası; Kıt’a Avrupa’sında yer almakla berâber
yüzü Atlantik’e bakan, lâkin
bir tarafını Akdeniz’in, diğer tarafını ise Atlantik’in çektiği Fransa ve kapasitesi İngiltere’ye göre daha zayıf olan Hollanda gibi başat rakiplerini bertaraf etmeyi başarmıştır.
Hâsılı Atlantik hegemonyasının çekirdek gücünün Ada Avrupası ile Kuzey Amerikalar olduğunu, bunun
Anglosphere
veyâ
Angloamerikan
veyâ olarak bilinen çekirdek olduğunu biliyoruz.
Bu süreçte yalpalayan Fransa mücâdeleyi bırakmamış, her fırsatta Ada Avrupa’sının dünyâ hâkimiyetini sona erdirmek için devreye girmiştir. Napoleon bu rövanşist sürecin yıldız ismidir. Nihâyet gecikmişliğini, çok sıkı çalışan, yıldırıcı bir disiplinle örgütlenen ve ölümcül duygularla savaşan kültürü ile telâfî eden Almanya,
Anglosphere ile sorunlu olan lige
kendisini kaydetmiştir. Bu ikisi kadar olmasa da Rusya ve diğer gecikmiş Japonya da aynı ligin takımlarıdır.
Anglosphere lig ile sorunlu olan takımların müşterek niteliği ihtirastı.
Bana öyle geliyor ki İngiltere onları kendi silâhlarıyla vurmakta çok mâhir bir performans sergiledi. Usta diplomasi ve istibarâtıyla onların ihtiraslarını birbirlerine yöneltti. Almanya ve Fransa’yı kan dâvâsına soktu. Fransa ile Rusya’yı, Rusya ile Japonya’yı savaştırdı. Napolyon orduları Rus ordusu ve daha beteri Rusya’nın kışıyla boğuşurken, eminim İngilizler şöminelerinin karşısında
Five o’clock tea
’lerinin keyfini çıkarıyorlardı.

I. Umûmî Harpte İngiltere, yükselen ve en kuvvetli rakibi olan Almanya ile ilk defâ karşı karşıya geldi. İngiltere bunu tek başına karşılayamayacağını biliyordu. Yine diplomasi ve istihbârat güçlerini devreye soktu. Karşısındaki ligi dağıttı. Fransa ve Rusya’yı bol vaadlerle yanına çekti. Savaşı kazanmaya yakın Bolşevik Devrimi yaşandı. Devrimi, Almanya askerî sebeplerle, İngiltere ise paylaşımda Rusya’yı oyun dışına atmak için el altından desteklediler. Fransa’yı ise masa başında çırak çıkartıp eli boş bıraktı.

II. Umûmî Harp sırasında aynı sahneler yaşandı. Almanya’nın geri dönüşü bu defa çok daha tehlikeydi. Fransa düşmüştü. İngiltere - Rusya ittifâkı ise Almanya’yı durdurmaya yetecek görünmüyordu. Bu defâ devreye ABD girdi
. Anglosphere yavaş yavaş Angloamerikan bir dönüşüm geçirmeye başladı.
1945’de Almanya yenildi. Rusya’ya Doğu Avrupa verildi.
Demir Perde
aslında Rusya’nın ödülü değil, kapısına kilit vurulmasıydı. Bu sûretle,
Kıt’a Avrupa’sı, Ada Avrupası tarafından Batı ve Doğu olarak parçalanmanmış oluyordu.

Devâm edeceğiz…

#Politika
#Tarih
#Süleyman Seyfi Öğün