Bir kitap fuarının dinlenme salonunda yazdığı iki kitabı fakire hediye eden genç bir yazar dostumuzla aramızda şu minval bir konuşma geçti:
-Kitap okuyor musunuz dostum?
-Okuyorum hocam
-Kimleri okuyorsunuz peki?
-Necip Fazıl, Mevlana…
-Necip Fazıl’ın hangi kitaplarını okudunuz?
-Çile ve O ve Ben… Zaten biliyorsunuz Üstad’ın bütün kitapları Çile’de vardır.
-Bütün şiirleri deseniz tamam ama bütün kitapları derken neyi kast ettiğinizi anlayamadım! Üstelik yüz küsur kitabı var Üstad’ın. Ben sadece bu ikisini okusam Necip Fazıl okudum diyemezdim.
-Yani Çile’de hepsi yok mu hocam?
-Yok elbette. Bütün kitaplarında ızdırabını çektiği nazlı fikir, tefekkürüne yön veren asil çizgi, anlatma derdine düştüğü hakikat şiir formunda Çile’de mündemiçtir deseniz tamam ama bütün kitapları Çile’de vardır gibi bir hüküm cümlesi kurmak çok abartılı ve tembelliğimizi gizlemeye süslü bir kılıf gibi değil mi sizce de? Öyle okuyanları var ki Üstad’ın, külliyatı birkaç kez devirmekle yetinmeyip Necip Fazıl’ın kitaplarında işaret ettiği yazarların kitaplarını da bir bir mütalaa etmişler de hâlâ Necip Fazıl okudum diyemiyorlar…
-Aynen…
-Peki Mevlana’nın hangi kitaplarını okudunuz?
-Sinan Yağmur’un yazdıklarını…
-Öyle mi? Sinan yağmur kitaplarında Mevlana’dan anladıklarını anlatır, onlar Mevlana’ya dair Sinan beyin yazdıklarıdır malum; ama siz Mevlana okudum diyorsunuz. Mesela Mesnevî, Fîhi mâ fîh, Divan-ı Kebir, Mektûbat; bu kitaplara şöyle bir göz attınız mı?
-Okumadım.
-Mevlana okudum diyebilmek için hiç olmazsa Mesnevî-i Şerîf’i birkaç ayrı şârihin kaleminden okumak gerekir, hatta o da yetmez; bir Mesnevihanın önünde diz kırıp talim etmek icap eder, yanılıyor muyum?
-…
-Peki başka okuyup beğendiğiniz kimler var?
-Ha deyince aklıma gelmiyor hocam.
Bu konuşmanın benzerlerini pek çok farklı mekanda yazar ve şair olduğunu ifade eden dostlarla yapmak zorunda kalan birisi olarak yaşadığım hayal kırıklığını kelimelerle tarif etmeme imkan yok. Bazen mahzun bir tebessüm, bazen sitemle karışık bir nasihat ve bazen de ‘ormanları seviyorsan yazma kardeşim’ cümlesiyle içim acıyarak mukabele ettim bu dostlara. 35 senedir okuyan, okuduğu kendisine hâlâ yetmeyen, okumaktan laf açıldığında iyi bir okur olamadığını mahcubiyetle ifade etmek durumunda kalan, takribi yirmi beş senedir bu işlerin içinde yer alan, yayınlanmış altı kitabı olan ve hâlâ kendisinden bahisle yazar denilecek olsa yüzü mahcubiyetle kızaran bir adam olarak, yirmili yaşlarına yeni basmış insanların hayran olunası ve fakat içi boş bir özgüvenle ellerinde tuttukları karalamaları kitap; kendilerini yazar olarak takdim etmelerine bendeniz alışamayacağım sanırım.
Derdim bu taze heyecanları rencide etmek yahut aşağılamak değil, hâşâ! Yazacaklar elbette, içlerinden belki de çok büyük yazarlar çıkacak. Bu işlerin insanın yaşıyla alakalı olduğunu düşünmenin yirmili yaşlarında hayatlarının en parlak eserlerini vermiş pek çok yazarın aziz hatırasına saygısızlık olacağının da farkındayım. Ama kudemânın ömür verdiği ilimden aldığı sorumluluk duygusuyla yazdığı onlarca cilt kitabın mukaddimesinde ‘bu küçük kitabı kaleme almayı kendisine lutfeden’ Rabbine hamd ettiğini düşündükçe, şimdilerin genç kalem erbabının bu cüretini görmek beni adeta çileden çıkartıyor. Böyle olmaz!
Yazmak en basit ifade edişle bir taşma hali. Kabınızı okuyarak, yaşayarak, düşünerek, ızdırap çekerek doldurursunuz; en nihayetinde ‘ya ben öleyim mi söylemeyince’ durağına varır taşmaya başlarsınız, kap içindekine yetmez olur, taşan damlalar kelimelerde suret ve vücut bulur böylelikle ortaya bir kitap çıkar ve siz kendinizden- o da utana sıkıla- bir kitabı kaleme almış bir insan olarak bahsedebilirsiniz yazar olarak değil! Siz kendinize yazar dediğiniz vakit ne olursunuz bilmem ama bu işin ehli olanlar sizden yazar diye bahsettiğinde ancak yazar olursunuz. Olmak için bu yeter fakat yazar kalmak için de biraz zamana ihtiyacınız vardır; yazar olan niceleri vardır ki kitaplarından evvel isimleri kalkar tozlu raflara.
Gerçi sanırım genç yazarlara biraz haksızlık ettim. Çünkü bir kitap fuarında salona girişiyle beraber gençlerin alkış ve hurra’dan ortalığı yıktığı yakışıklı bir delikanlıyı görünce yanımdakilere dönüp ‘kim bu hazret?’ dediğim vakit aldığım cevabı hatırlayınca hiç olmazsa oturup kendisi yazanlara okumasalar da, taşmasalar da yazar diyebilirim sanırım. Yanımdaki arkadaş tebessümle demişti ki: Aaa tanımıyor musunuz? Babası yazıyor bu çocuğun kitaplarını ama oğlu yakışıklı ve genç olduğu için onun adıyla basıyorlar, gençler de bayılıyor bu çocuğa!
Kulakları çınlasın Ümit Besen’in, nasıldı o şarkı: okumak yazmaktan daha zooor geliyooor!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.