İsveç’te bayram sabahı

04:007/02/2019, Perşembe
G: 7/02/2019, Perşembe
Serdar Tuncer

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a,Sevdiğim bir insanla vefatından beş asır sonra gurbet elde karşılaştım desem en çok neye şaşırırdınız? Dâr-ı bekâya göçmüş bir insanla beş asır sonra karşılaşmak mı sizce daha ilginç; yoksa gurbet elde karşılaşmak mı? Zaman mı mekân mı?Beni şaşırtan zaman değildi. Çünkü biz onunla daha önce de pek çok kez karşılaşmıştık. Süleymaniye Camii’nde bir bayram sabahı, arka saflardan birinde onu nefer esvabıyla otururken görmüş ve şaşırmıştım, “Niçin ilk safta

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a,

Sevdiğim bir insanla vefatından beş asır sonra gurbet elde karşılaştım desem en çok neye şaşırırdınız? Dâr-ı bekâya göçmüş bir insanla beş asır sonra karşılaşmak mı sizce daha ilginç; yoksa gurbet elde karşılaşmak mı? Zaman mı mekân mı?


Beni şaşırtan zaman değildi. Çünkü biz onunla daha önce de pek çok kez karşılaşmıştık. Süleymaniye Camii’nde bir bayram sabahı, arka saflardan birinde onu nefer esvabıyla otururken görmüş ve şaşırmıştım, “Niçin ilk safta değil de burada kılıyor namazı” diyerek. Sonraki yıllar boyunca bayram namazı için her Süleymaniye Camii’ne gidişimde onu hep aynı yerlerde, hep arka saflarda görecek ve artık şaşırmayacaktım. Öyle ya, türbesinin nerede olacağını tespit ederken kendi eserine mütevazı bir imza atarcasına yer seçen zat, elbette buralarda olacaktı, ön safta değil.

Sonraki yıllarda sunuculuğunu yaptığım bir sahur programı için bir ay boyunca Süleymaniye Camii’nin avlusunda bulunmak nasip oldu. Teravihi geç vakte bıraktığımız bazı geceler, kalbimizin bile tenhasında iken, bomboş caminin en arka saflarında kılardık namazı da yanımdaki arkadaşlar şaşırırdı. Onu arardı gözlerim ama karşılaşamazdık hiç, belli ki meşguldü hazret, gidip bakacak çok yeri vardı üstelik. Üç yüz elliden fazla yerde bekleniyor olsanız bir gecede kaçına varıp selam verebilirdiniz ki? Çaresiz bayram sabahlarını bekleyecektik. O da görebilirsek…

Bayrama kalmadı, Edirne’de bir sabah namazında karşılaştık. Tesbihat bitti, kalktım ayağa, çıkacağım dışarı, hayran hayran seyrediyorum Selimiye’nin kubbesini. Bir de baktım ki müezzin mahfilinde oturuyor o sade elbisesi ve mahcup tavrıyla. Sevindim, bir selam verdim başımla, belki hatırlar diye umut ettim; selamı üstüne alan müezzin kardeşim yanıma geldi “abi hoş geldiniz” diyerek. Merhaba dedim müezzin efendiye, gözlerim mahfilde hâlâ, tebessüm ederek çıktı gitti camiden. Nasip...

Hiç ummadığım bir anda Mekkeli bir akşam vakti çıktı karşıma. Fakat gurbet dediğim bu değil. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere için gurbet diyenin alnını karışlarım. İnsan umut ediyor bir çift kelam etme fırsatımız olur mu diye. Öyle ya bu kaçıncı göz göze geliş, ama nafile. Hep acelesi var hazretin, hep bir yere koşturur gibi, sanki gittikten sonra da, gittikten sonraya kalacak işler yapma telaşında. Bu toprakların hatırına bir musafahayı olsun esirgemez demiştim, yine olmadı. Vuslat başka bahara... Bosna Hersek’te bir yandan hızlı adımlarla yürür, bir yandan yanındakilere bir şeyler anlatırken gördüm yıllar sonra, koşturdum ardından, Sofu Mehmed Paşa Camii’nin haziresini geçer geçmez kayboluverdi gözden. Gurbet dediğim bu da değil ama. Mekke-Medine’yi gurbet bilmeyen millete Balkanlar mukaddes diyardır, akıllı olun!

Yormayayım sizi; bir ay kadar önce İsveç’te karşılaştık, gurbette. Yağmurlu bir sabah vakti, gelin dedi ev sahibimiz olan dostlar, külliye inşaatımızı gezelim, çıktık gittik. Gurbetçi kardeşlerim bir araya gelmişler, Göteborg’da muhteşem bir külliye yapmaya niyet etmişler. Pırıl pırıl yüzler, hepsinde büyük bir heyecan, dernek başkanımız bu yola nasıl çıktıklarını anlatıyor, mimarımız teknik konulardan bahsediyor, hayırsever arkadaşlar bitince nasıl olacağından söz ediyorlar, yağmur aralıksız yağıyor, ıslanıyoruz, dinliyoruz, mutlu oluyoruz. Temelin üstünde duruyoruz, işin yarıya yakını bitmiş, diğer yarısı için para lazım. Uğraşıyorlar ama gücümüz yetmeyecek gibi diyorlar. “Olmaz öyle şey” diye itiraz ediyorum; “Burası artık sizin namusunuz olmuş, ne yapıp edip bitireceğiz!” Hem düşünsenize ecdadın at sırtında gelemediği topraklara, bu gurbet diyarına siz bu külliye ile mühür vuruyorsunuz. İsminin Mimar Sinan olması ayrıca anlamlı, çok güzel düşünmüşsünüz.
Sinan,
üç yüzden fazla eser bıraktı coğrafyamıza, ilahi kudret vefatından beş asır sonra Sinan’ın ismiyle bu topraklara Türk’ün selamını veriyor. Bu proje bitmeli! Hem de en güzel şekilde, ne yapıp edip bitireceğiz!
Yağmur yağıyor, gözlerimiz nemli... Düşünün diyesim geliyor bu cami bitmiş şimdi, işte şurada çocuklarımız Kur’ân-ı Kerim öğreniyor, hanım kardeşlerim ilmihal dersi yapıyorlar şu sınıfta, yahu bir bakın şu mihrabın güzelliğine, levhalar ne kadar da zarif aman Allah’ım Süleymaniye’yi andırıyor, ne teravih kılınır burada ama! Hele bayram namazı... Anlatıyor, susuyor, kendimden geçiyorum, yağmur yağmaya devam ediyor dua gibi, âmin gibi yağıyor yağmur. Bitmiş Mimar Sinan Camii, kalkıp geliyorum bir bayram sabahı buraya, kapıdan içeri giriyorum, arka saflardan birinde oturan biri var, nefer esvaplı, öyle mütevazı; Selimiye’den, Balkanlardan, en çok da Süleymaniye’den tanıdık... Kapıdan girer girmez onu görüyor, ürperiyorum, Koca Sinan açılışına gelmiş Külliye’nin, bakışlarını kaçırmıyor bu defa, koşup sarılıyorum boynuna, yaptığı her bir camide edilen secdeler kadar, emek verdiği köprülerde atılan adımlar kadar, imaretlerde çorbalara sallanan kaşıklar, türbelerde edilen dualar, medreselerde çürütülen dirsekler, darülkurralarda okunan Fatihalar kadar büyük bir muhabbetle hem de... Arkadaşlar, külliyenin nasıl biteceğine dair bir şeyler anlatıyorlar, ben bitmiş bir külliyenin içinde Sinan’la kucaklaşıyorum İsveç’in orta yerinde. Yağmursa yağmaya devam ediyor. Zaman değil mesele biliyorum artık, fakat ne yalan söyleyeyim mekân da şaşırtmıyor beni.
Kırk seneye 93 cami, 55 medrese, 2 külliye, 20 türbe, 17 imaret, 36 saray, 10 köprü, 20 kervansaray, 48 hamam, 8 mahzen, 3 darüşşifa, 6 su kemeri, 7 darülkurra sığdırmış ser mimarân-ı cihan ve mühendisân-ı devrân Koca Sinan’ımız, vefatından 5 asır sonra Göteborg’da bir külliye yapmış çok mu? Niçin şaşıracakmışım?

Şaşırırsam bu külliyenin yarım kalmasına şaşırırım. Zira şaşılacak iş, üç kıta yedi denizi eserleriyle şenlendiren ecdadın kılıçla gidemediği diyara Sinan’la gitmesi değil; onların torunlarının dedelerinin bu güzide mührünü yarıda bırakmasıdır! Ama yarım kalmayacak biliyorum, herhangi bir Sinan eserine hayranlıkla bakan her bir gönül sahibi kardeşim bu külliyede benim de hiç olmazsa bir tuğlam olsun diyecek, bu iş bizim namusumuz olmuş diyecek, hatta Diyanet İşleri Başkanımızın tavassutuyla imam efendiler bir Cuma namazı sonrası; “Muhterem kardeşlerim! İsveç’te yarım kalmış bir işimiz var” diyecekler, bitireceğiz eserimizi hep birlikte ve çıkıp açılışına gideceğiz Mimar Sinan külliyesinin. En arka safta oturacak bendeniz o gün, gözlerim Süleymaniye’den bir iz arayacak, Selimiye’den bir koku, namazın bitimiyle beraber birbirimizle musafaha ederken bir de bakacağız ki beş yüz kişilik cemaat bin beş yüz nefer esvaplı yiğitle bayramlaşıyor.

Not: O bayram sabahında benim de bir tuğlam olsun diyen dostlar Mimar Sinan Külliyesi için yardımlarını aşağıdaki hesap numaralarına gönderebilirler:
Türkiye:
Mustafa Atik IBAN: TR 5900 13400 0012 111 3200 0006 / Denizbank
Avrupa: İsveç Diyanet Vakfı “6168-917405 358” / HandelsBanken / Stuvsta
İrtibat: Enver Çakır 0046 704941391
#DİB
#Ali Erbaş
#Süleymaniye Camii
#İsveç
#Mimar Sinan Külliyesi