Arkadaş

04:0025/10/2018, Perşembe
G: 25/10/2018, Perşembe
Serdar Tuncer

Vaktiyle bir arkadaşımın okuduğu Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını, yazdığı notlarla doldurduğunu görünce şaşırmış, niçin böyle yaptığını izah sadedinde “Allah bize Kur’an’ı süslü kılıflar içinde duvara asalım diye göndermedi ki” deyişini duyunca da çok üzülmüştüm.Dediği doğruydu aslında, Kerim Kitap bunun için gönderilmemişti ama üstüne elimize geçirdiğimiz kalemlerle kargacık burgacık, yalan yanlış notlar alalım, onunla ne kadar içli dışlı olduğumuzu göstermek için elimizde sallaya sallaya dolaşalım,

Vaktiyle bir arkadaşımın okuduğu Kur’an-ı Kerim’in sayfalarını, yazdığı notlarla doldurduğunu görünce şaşırmış, niçin böyle yaptığını izah sadedinde “Allah bize Kur’an’ı süslü kılıflar içinde duvara asalım diye göndermedi ki” deyişini duyunca da çok üzülmüştüm.


Dediği doğruydu aslında, Kerim Kitap bunun için gönderilmemişti ama üstüne elimize geçirdiğimiz kalemlerle kargacık burgacık, yalan yanlış notlar alalım, onunla ne kadar içli dışlı olduğumuzu göstermek için elimizde sallaya sallaya dolaşalım, herhangi bir yazarın herhangi bir kitabına reva görmeyeceğimiz muameleyi Allah’ın kitabına yapalım diye hiç gönderilmemişti. Bir eksiği telafi etmenin yolu bir yanlış olmamalıydı. Eksik diyorum çünkü Kur’an-ı Kerim’i güzel bir kılıf içerisinde yüksekçe bir yere asmak, okumak için abdest almak, eline alınca üç defa öpüp başına götürmek, bel hizasının üstünde tutmaya gayret etmek gibi edepler asla yanlış değildi. Şayet bütün bunları yapıyor fakat okumuyorsak yahut okuyor ama “Acaba bu ayette Rabbim bana ne dedi?” merakına düşmüyorsak, bir kaç tefsirden mukayeseli bir şekilde araştırıp tefekkür etmiyorsak dahası ve en önemlisi öğrendiğimizi hayatımıza tatbik etmiyorsak ciddi bir eksiklik içindeydik. Bu eksiklik gösterdiğimiz edepten değil cehaletimizden, gafletimizden, tembelliğimizden doğuyordu. Yani bu hususta doğruyu yapmak için edebi değil, cehaleti, gafleti, tembelliği terk etmeye ihtiyacımız vardı. Abdestini al güzelce, öp üç defa başına götür, bel hizasından yukarıda tutmaya gayret et, oku, yanında taşıdığın bir deftere okumalarına dair notlar al, okuduklarından anladığını hayatına tatbik etmeye çalış, manayı kalbe indirmek gibi de büyük bir derdin olsun. Böylesi daha güzel ve doğru değil miydi?

Geçen hafta bir televizyon kanalında yeni başlayan programın ismine dair sosyal medyada dolaşan polemikleri görünce ister istemez bu hadiseyi hatırladım. Programın ismi benim için huzursuz edici, buracığa yazarken dahi kalbimin rahatsız olduğunu ifade etmeliyim: “Arkadaşım Muhammed.” Programın iki sunucusundan birisi arkadaşım, Yusuf Özkan Özburun. Tanıdığım Yusuf Özkan, Allah Rasulü’ne edepsizlik kastıyla, hürmetsizlik düşüncesiyle yahut “Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem” demenin -Mustafa’nın dediği gibi- yalakalık olacağı zannıyla böyle bir iş yapacak birisi asla değil. Peki neden böyle bir isim tercih ettiler? Muhtemelen yazının başında ifade ettiğim Kur’an-ı Kerim’e revâ görülen muamelenin, yaşayan Kur’an olan Efendimiz aleyhisselatü vesselam’a da revâ görülmesine, tek ve hakiki önderimizin bu suretle hayatımızın dışında tutulmasına, böylelikle de onun şahsiyet, duruş ve ahlakından istifade edemememize belki bir çare olur niyetiyle programa bu ismi verdiler. Keşke yapmasalardı. Çünkü o yanlışın çaresi kesinlikle bu yanlışta değil! Peygamber Efendimiz’e gereken hürmeti göstermek O’nun gibi yaşamaya gayret etmeye mani midir? O’nu hayatın içine çekmek; istifade edilemez, yaşadığı gibi yaşanamaz zannından insanları kurtarmak için O’na edepsizlik etmek zorunda mıyız? Hayır! Hem emredilen hürmeti göster, hem O’nun ahlakıyla ahlaklan, onun gibi yaşamaya gayret et. Kaldı ki hürmeti tamam olanın bilgisindeki noksan imanına halel getirmez ama ya bilgisi olanın hürmetsizliği... Allah muhafaza!

İşin ilginç yanı, programa bu ismi verenler, Efendimiz’e (s.a.s) “arkadaşım” demenin bir edepsizlik olmadığı kanaatindeler. Ötesi bizzat Allah’ın (c.c) Peygamberimiz’den bahisle beş ayrı ayette bu ifadeyi kullanmasını da davalarına delil olarak getiriyorlar. Hâlbuki Allah (c.c) bu ayetlerde ya müşriklere hitapla “arkadaşınız” diyor yahut sahabe-i kiram efendilerimizden bahisle. Bu ayet-i celilelerden yola çıkarak “arkadaşım” demek üç noktada ciddi hata doğurur.

Birincisi; “arkadaşınız” diyen ‘Peygamber’i kendi aranızda çağırdığınız gibi çağırmayınız’ (Nur/63) diyen Allah’tır (c.c.) Bize düşen Allah’ın Peygamber Efendimiz’i kastederek ‘arkadaşınız’ demesinden delil bularak Allah’ı taklit ile ‘arkadaşım’ demek değil bilakis Rabbimiz’in sözünü tutarak ona kendi aramızda seslendiğimiz gibi seslenmememizdir. Beni Temim’den gelen bir heyetin “Ya Muhammed dışarı çık, yanımıza gel” demesi üzerine nazil olan ayeti hatırlayınız: “Ama seni evinin dışından ünleyenlerin ekserisi ise düşüncesiz, makul davranmayan kimselerdir.” (Hucurat 4)

İkincisi insaf sahibi bir mümin, Efendimiz’in kendilerinin arkadaşı olarak ifade edilmesinden hareketle kendini sahabe yurduna koyarak o benim de arkadaşım demez, diyemez, haddini bilir. Ölçü bellidir: İman etmiş olmak şartıyla O’nu gören O’nu göreni görenden daha faziletlidir. Bu ölçü nesiller boyunca ala silsiletihim bugüne kadar devam eder gelir. Tabiinin en büyüğü, kendini ashab-ı kiramdan herhangi birinin ayağının altındaki toz kadar göremezken bunca rezilliğimizin içinde kendimizi sahabeye denk görmek en hafif ifade ile ahmaklıktır, iman ve itikat problemidir. Akıllı bir mümin ise müşriklere hitapla “arkadaşınız” denilmesinden yola çıkarak “benim de arkadaşım” demenin kendisini müşriklerle bir tutmak manasına geleceğini bilir, o da arkadaşım demez.

Üçüncüsü ise meseleye doğru yerden bakıp doğru anlamaktır. Şöyle ki, arkadaşınız denilen şayet sahabe efendilerimizse bakmamız gereken yer onların Efendimiz’e nasıl hitap ettikleridir. “Ya Resululullah”, “Yâ Nebiyyallah”, “Anam babam sana feda olsun ya Resulullah”... Ona ismiyle hitap edenler ise ya henüz edebi tam bilemeyen yeni Müslüman olmuş kimseler yahut onu kendilerinden farklı görmedikleri, göremedikleri için imandan da nasipsiz kalan müşriklerdi.

Arkadaşları, Peygamberimiz’e arkadaşım demiyor, “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Rasulü” diyorlarsa, arkadaş olmak derdine düşenin de -şayet samimiyse- evvel emirde bu edep ve hürmetten behresi olmak icap eder. O’na arkadaş olmak bizim haddimiz değildir üstelik, ümmet olabilmeyi şereflerin en yücesi kabul ederiz. Bunun da, “Ben O’nun ümmetiyim” demekle değil, onun bizden bahisle filanca benim ümmetimdendir demesiyle gerçekleşeceğini biliriz. Ümmetiyim demek, Peygamberimiz’i tanımaya, ahlakıyla ahlaklanmaya bir mani değil bilakis sebeptir. Peygamberimiz’den büyük bir hürmet ve tazim ile bahseden bazı insanların onu tanımayıp, ona benzeyemeyişlerine bakıp “arkadaşım” demekle bu işlerin hallolacağını zannetmek akılsızlıktır. Çünkü onlar hürmet ettikleri için cahil kalmış değillerdir, bilmedikleri için hürmetin ötesine geçememişlerdir. Bilme iddiasında olan kişinin ilk iş olarak bu yola cahillerden daha fazla hürmet ederek çıkması icap etmez mi?

Bu hatadan tez zamanda dönülmesi umuduyla aziz Yusuf Özkan’ın kalbine, Efendimiz aleyhisseletü vesselamın arkadaşlarının köpeği olabilmeyi şereflerin en büyük payesi kabul edecek bir kardeşi sıfatıyla şu ricayı emanet etmeyi bir borç bilirim, o anlar: “Olmak istediğin gibilerle arkadaşlık et ki arkadaşların gibi olmayasın!”

#İnanç
#Yaşam