Başkasının ölümü

04:0011/01/2018, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Sema Karabıyık

2015 yılında 303, 2016 yılında 328, 2017 yılında 409 kadın cinayete kurban gitti. 2017 yılında en fazla kadın cinayetinin işlendiği ay Aralık olarak belirlendi. 2010 yılından bu yana 1915 kadın öldürüldü. Öldürülen her iki kadından birinin faili kocası veya erkek arkadaşıydı. En az 396 cinayet ayrılık veya boşanma aşamasında gerçekleşti. 355 cinayetin öncesinde kadınlar şiddet, taciz veya tehdide maruz kaldı.2017 yılında gerçekleşen cinayetlerde, babaların çocuklarını öldürmesi önemli bir ayrıntı

2015 yılında 303, 2016 yılında 328, 2017 yılında 409 kadın cinayete kurban gitti. 2017 yılında en fazla kadın cinayetinin işlendiği ay Aralık olarak belirlendi. 2010 yılından bu yana 1915 kadın öldürüldü. Öldürülen her iki kadından birinin faili kocası veya erkek arkadaşıydı. En az 396 cinayet ayrılık veya boşanma aşamasında gerçekleşti. 355 cinayetin öncesinde kadınlar şiddet, taciz veya tehdide maruz kaldı.


2017 yılında gerçekleşen cinayetlerde, babaların çocuklarını öldürmesi önemli bir ayrıntı olarak dikkat çekti. Elif Mira (4) ve Miray (2); Yiğitcan (10), Elasu (5) ve Hira (3) anne babası boşanma aşamasında olan çocuklardı. Şiddet, şikayet, boşanma davası, evden uzaklaştırma zincirinin son halkasında, babaları tarafından katledilen çocuklar. Katliamı gerçekleştiren babalar “Çocuklarını öldürdüm şimdi gel al” dediler boşandıkları eşlerine. “Çocuklarını…”

Narsisizm şefkatin düşmanıdır. Hayatı ‘ben’den başkası için daha iyi yapma sorumluluğu hissetmez. Benmerkezli insanlar sadece kendilerini, duygularını önceler, karşısındakinin ne hissettiğini umursamaz. “Çocuklarını öldürdüm.” O çocukların kendi çocukları olduğunun ayırdında değil mi ki kadına ceza vermek, acı çektirmek için masumların hayatına kıyıyor. İstediği zaman hayat verdiğine inanıyor olmalı ki istediği zaman da yaşam haklarını ellerinden alma hakkını görüyor kendisinde. O çocukların emanet olduğunun bilincinde de değil! Sahip olduğu, istediği zaman sevebileceği, istediği zaman görmezden gelebileceği, istediği zaman yok edebileceği bir meta olarak görüyor.

Kadına şiddete hayır, kadın cinayetleri son bulsun, masum çocuklar babaları tarafından katledilmesin!

Kadın ve çocuk cinayetleri “cinayet şiddet sarmalının” bir yüzü sadece. Bütünü görerek, bütünü değerlendirerek şiddete hayır demediğimiz müddetçe çözümlenecek bir problem değil. Öldürmeyeceksin diyen bir dine mensubuz ama medya, popüler kültür, edebiyat, sanat çeşitli gerekçelerle bir başkasının hayatını gasp etmenin, öldürmenin insani bir eylem olduğunun altını çizen anlatılarla dolu.

2014 yılında 1433, 2015 yılında 1542 kişi cinayete kurban gitti. 2016 yılında 2720 bireysel silahlı olayda 2056 kişi öldü, bir kısmı ağır 1961 kişi yaralandı. Henüz 2017 istatistikleri açıklanmadı ama yazılı görsel medyada yıl boyu yapılan haberlere bakınca, cinayete kurban giden kadınların sayısındaki artış göz önüne alındığında durum hiç açıcı değil.

Şiddet cinayet sarmalını psikolojik, sosyolojik, hukuki pek çok açıdan değerlendirmek gerekiyor. Bireysel silahlanmadaki artış, silaha kolay ve ucuz ulaşım imkanı, medyaya hakim şiddet dili, çeşitli gerekçelerin ardına gizlenerek öldürmenin kişisel bir hak olarak sunulup sıradanlaştırılmasına kadar.

Şiddet başvurularında evden uzaklaştırma kararı alınıyor. Şiddet duygusuyla baş edemeyen bu insanları evden uzaklaştırmak tek başına çözüm mü? Psikolojik destekle sorunun temeline inilmeden, çözüme kavuşturulmadan mümkün mü? Şiddet gören kadının açtığı boşanma davasını kabul etmekte zorlanan erkeklere evden uzaklaştırma kararı veriliyor ama çocuklarını mahkemenin uygun gördüğü zaman diliminde görmeye devam ediyorlar. Bir babanın en tabii hakkıdır çocuklarını görmek, onlarla vakit geçirmek. Kadının açtığı boşanma davasına tepkili, evden uzaklaştırma cezasını hazmedemeyenler, Elif ve Miray vakasında olduğu gibi, çocuklarına yöneltebiliyor şiddeti.

Yapılan yasal düzenlemelerin kadınların lehine erkeklerin aleyhine olduğuna inanan genişçe bir kitle var. Boşanmada devlet erkeğe iki seçenek sunuyor; ya ömür boyu nafaka öde ya da onu öldür cümlesini kuracak kadar ileri giden hastalıklı bir düşünceyi savunuyorlar. Diğer taraftan çocuklar için gerekli olmakla birlikte bir insan neden boşandığı eşine ömür boyu nafaka ödemeye mahkum olsun meselesi de tekrar gözden geçirilmesi gereken bir mesele. Kanunda nafakanın ömür boyu ödenmesi yazmıyor elbette, tekrar evlendiğinde eski eşin nafaka ödeme yükümlülüğü düşüyor. Ama o nafakayı kaybetmemek için gayri resmi evlilik hayatı yaşayan kadınlar var ve eski eşler bu durumu kabul etmekte zorlanıyor.

Suç kavramının günah kavramının önüne geçip yok etmesi, her şeyin bu hayatta yaşanacağına dair inancı güçlendiriyor. Yakayı ele vermediği sürece zaten problem yok. Yakalandığında ise 3-5 yıl yatıp çıkınca işlediği suçun bedelini ödediğine inanıyor. Ahiret hayatına dair ölümden sonrasına dair hiçbir muhayyileye sahip değil. Cinayet mi işledi ama o suçlu değil ki masum! Çünkü kötü bir çocukluk geçirmişti, babası şiddete meyilliydi, karısı şöyle yapmıştı, o kadar çok gerekçe var ki!

Medyanın şiddet dili, dizi ve filmlerde ölüme yaklaşım, çeşitli gerekçelerin altına saklanarak öldürme eylemini haklı kılmaya yardımcı oluyor. Aşk, namus, kıskançlık, intikam için öldürmenin kabul edilebilir olduğu bir dizi evreni mevcut. Neredeyse her akşam bol öldürmeli sahneler içeren diziler yayınlanıyor. Öldüren taraf seyircinin empati kurduğu, özdeşleştiği karakterlerden oluştuğundan, başkasının ölümü hakkedilmiş bir ölüm olarak zihinlere kazınıyor. Ölenler genelde figüran kadrosunda olduğundan ölüm olarak algılanmıyor dahi. Birinin hayatına son vermek sıradan günlük işlerdenmiş gibi, vicdan azabı çekilmeyen vicdan muhasebesine gerek duyulmayan bir eylem olarak algılanıyor. Zaten polis yok, hukuk yok, yakalanmak yok, dolayısıyla ceza da yok! Seyircinin özdeşlik kurduğu karakter, çekirdek çitleyerek öldürme eylemini gerçekleştirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Ailesinin yanına gidiyor, yemek yiyor, çocuğunu parka götürüyor, uyuyor. Beş dakika önce 3-5 kişiyi öldüren o değilmiş gibi. İşlediği cinayetler bilinmesine rağmen çoğu annesinin, eşinin, sevgilisinin gözünde değerinden hiçbir şey kaybetmiyor.

Başkasının hayatı neden bu kadar değersiz? Kendi hayatını biricik kılanlar başkasının ölüm kararını nasıl bu kadar kolay verebilir? Yaşadığımız hayat bir bütün. Okuduklarımız, seyrettiklerimiz, hayatımızı, değer yargılarımızı, kararlarımızı şekillendiriyor. Başkasının acısını başkasının ölümünü seyretmekle başlayan süreç, hiç düşünmeden vicdan azabı çekmeden başkasının ölüm fermanını vermeye dönüştü. Üstelik başkası olarak algılanan kişi bir zamanlar çok sevdiği eşi, evladı, annesi, babası.

#Dizi
#Medya
#Kadın
#Şiddet