Türkiye, Cerablus’tan El-Bab istikametinde büyük bir operasyon ile Amerika’nın ve genel olarak Batı’nın her türlü müdahalesine zemin hazırlayan terör örgütlerine büyük darbe vurmuş olsa da kendisi 15 Temmuz’da terör örgütlerinin içeriden işgal girişimine uğramıştı. Kuşkusuz yerli ve millî olanın işi çok zordu. Coğrafyanın her tarafı hareketlenmiş İran’ın milis kuvvetleriyle birlikte Rusya destekli Esad Halep’te sıkışıp kalmış muhalifleri havadan, karadan bombalıyordu. DAEŞ ve FETÖ gibi gayr-i millî
Türkiye, Cerablus’tan El-Bab istikametinde büyük bir operasyon ile Amerika’nın ve genel olarak Batı’nın her türlü müdahalesine zemin hazırlayan terör örgütlerine büyük darbe vurmuş olsa da kendisi 15 Temmuz’da terör örgütlerinin içeriden işgal girişimine uğramıştı. Kuşkusuz yerli ve millî olanın işi çok zordu. Coğrafyanın her tarafı hareketlenmiş İran’ın milis kuvvetleriyle birlikte Rusya destekli Esad Halep’te sıkışıp kalmış muhalifleri havadan, karadan bombalıyordu. DAEŞ ve FETÖ gibi gayr-i millî unsurlar millî olanın meşru mücadelesinin de mahkûm edilmesini sağlıyordu. Türkiye meşru millî muhalif unsurlara yardım elini uzatsa da 2014’teki meşum MİT TIR’ları hadisesi henüz teşekkül etmekte olan millî muhalefete büyük bir darbe indirmişti. Savaşın başında büyük kazanımlar elde etmiş olmalarına rağmen meşru muhalefet unsurları her taraftan kuşatılmıştı. FETÖ, Türkiye’yi hareketsiz kılmış ve muhalefetin dünyaya açılan kanallarını tıkamıştı. DAEŞ ve İranlı milis kuvvetleri birbirine düşman gibi dursalar da meşru muhalefetin alan kaybetmesini sağladılar. Rusya adeta gökyüzünden ölüm yağdırmıştı. Yaklaşık beş yıl savaştılar fakat en sonunda Halep’te sıkışıp kaldılar. Artık dirençleri tamamen kırılmıştı. Bütün dünyanın gözü önünde naklen yayında Halep’e ölüm yağdı. Sağ kalanları da rejim askerleri ve İranlı milisler öldürecekti. Şehrin bütün giriş ve çıkışları tutulmuştu. Hani o küçük çocuğun “gidince Allah’a şikâyet edeceğim” dediği günlerin en karanlık olanı yaşanıyordu. Türkiye’nin de yoğun çabalarıyla yaşamalarına izin verildi, sağ kalanlar otobüslere bindirilip İdlip’in yolunu tuttu. Meşru muhalifler kaybetmişti. Aslında bütün insanlık kaybetmişti.
Amerika ve Avrupa ülkelerinin desteğini çekmesi Irak’tan sonra Suriye’nin de planlı bir şekilde devlet niteliğini kaybetmesinin amaçlandığını gösteriyordu. Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanan bir hatta terör koridoru oluşturacaklar, daha büyük hedeflere varmak için bu hatta istediklerini yapacaklardı. Güneyde İsrail’e geniş bir alan açmış olacaklar, kuzeyde de Türkiye’yi Arap coğrafyasından uzaklaştıracaklardı. Böylelikle coğrafyamıza ölümcül bir darbe vurmuş olacaklardı. Fakat Türkiye, Cerablus’tan El-Bab istikametinde terör örgütlerine yönelik operasyon yaptığında ÖSO yeniden ayağa kalktı. Türkiye ile birlikte hareket eden ÖSO kuvvetleri, küçük hedefler uğruna büyük kayıplar veren ve her türlü manipülasyona açık milis kuvvetleri olmaktan çıkıp büyük hedefler uğruna planlı bir şekilde hareket eden devlet yapılarına dönüşmeye başladı. Aslında belki de talih El-Bab’ta döndü. Türk ordusu ile birlikte katıldıkları Afrin’de kendilerine olan inançlarının daha da arttığına inanıyorum. İki farklı terör gücüne karşı zafer kazanmış oldular. Bu zaferde Türkiye’nin desteği hayatî derecede önemli olsa da ÖSO olarak sahnedeydiler ve kazanılan zaferdeki paylarını hiç kimse tartışmaya açamazdı. ÖSO’nun Suriye Millî Ordusu adı altında yeniden düzenlenmesi sıradan bir isim değişikliği midir, yoksa yeni ordunun büyük hedefleriyle mi alakalıdır? Muhakkak özgürlük talebeni önemsemeliyiz fakat bu talebin muhalif bir söylemi kaçınılmaz kıldığını ve daha marjinal düşünce ve eylemleri beraberinde getirdiğini unutmamak gerekir. Millî ordu tanımı, coğrafya ekseninden hareketle yerel olanın vatan toprağına bağlanması fikrini pekiştireceği ve bütün unsurları ortak bir gaye etrafında toplayacağı için bir devlet perspektifine işaret etmektedir. Bu da küresel olanın yereli terörize ederek kullanmasına fırsat vermeyecek, bölgesel yabancılaşmaların önüne geçecektir. Suriye Millî Ordusu isminin basit bir tercih olmadığını söyleyebiliriz.
Suriye Millî Ordusu, Fırat’ın doğusuna yapılan operasyonda da çok aktif bir şekilde görev aldı. Türk ordusu ile birlikte yapılan bu operasyonun hedefinde yine coğrafyayı Batı emperyalizmine peşkeş çeken bir terör örgütü vardı. Operasyonun çok hızlı bir şekilde ilerlemesinden de anlaşıldığı gibi her iki ordunun neferleri büyük bir inanç ve kararlılıkla hareket etmiştir. Ekranlara yansıyan görüntüler de bunu doğruluyor. Fedakârlık ise böylesi bir mücadelenin tabiatında var. Fedâ-yı can etmekten bahsediyoruz, daha ötesi var mı?
Suriye savaşının başladığı günlerden itibaren Türkiye’de Suriyeliler için kirli bir propaganda yapıldı. Özellikle Türkiye’ye sığınanlar üzerinden yürütülen propagandaya dindar muhafazakârlar da dâhil oldu ve yer yer yüz kızartıcı ifadeler gündeme geldi. Yaptığından kim utanır bilemem ama bugün Fırat’ın doğusunda Barış Pınarları inşa etmek için şehit düşen Suriye Millî Ordusu’na mensup askerlerin çocukları, aileleri Türkiye’de misafirdir. Sözlere dikkat etmek gerekir. O çocuk kimleri şikâyet etti, bilen var mı?