Batı’nın bizimle ilişkisi üzerine kafa yoranlar, genel olarak Avrupa fikir âleminde Doğulularla ilgili yargıların doğruluğu ve yanlışlığı üzerine de kafa yormuşlardır. Aslında bu düşünme biçimi kuşakları birbirine bağlamış ve nesillerden nesillere aktarılmıştır. Avrupalıların farklı alanlardaki yanlış kanaatlerini düzeltmenin ve doğrusunu ortaya koymanın önemli olduğu düşünülmüştür. Oryantalistlerin doğu hakkındaki düşüncelerinin doğruluğu ve yanlışlığı, en azından, Namık Kemal’den itibaren geçerli
Batı’nın bizimle ilişkisi üzerine kafa yoranlar, genel olarak Avrupa fikir âleminde Doğulularla ilgili yargıların doğruluğu ve yanlışlığı üzerine de kafa yormuşlardır. Aslında bu düşünme biçimi kuşakları birbirine bağlamış ve nesillerden nesillere aktarılmıştır. Avrupalıların farklı alanlardaki yanlış kanaatlerini düzeltmenin ve doğrusunu ortaya koymanın önemli olduğu düşünülmüştür. Oryantalistlerin doğu hakkındaki düşüncelerinin doğruluğu ve yanlışlığı, en azından, Namık Kemal’den itibaren geçerli olan bir düşünme biçimidir. Buna karşın oryantalistler ise Doğu-İslam dünyası hakkında ürettikleri fikirlerin doğruluğu ve yanlışlığından ziyade üretimin kendisine odaklanmışlardır. Hatta zaman içinde üniversitelerine kabul ettikleri hoca ve öğrenciler de bu sürece dâhil oldu. Onlar da Doğu-İslam dünyası hakkında fikir üretim sürecine katkılarıyla şöhret buldular.
Batı’nın Doğu hakkında ürettiği fikirlerin yani oryantalist zihniyetin eleştirisi elbette önemliydi. Başka bir çıkış yolu bulana kadar üretilen fikirlerin yanlışlığını düzeltmek, en azından nefis müdafaası için gerekliydi. Fakat oryantalistlerin en temel ve değişmez yargıları esas olarak Batı’nın müstemleke siyasetinin içinde şekillenmişti. Buna rağmen bizim tarafta doğruluk ve yanlışlık üzerine kafa yorma genel bir hâldi ve bu hâl zamanla kök saldı. Bunun sonucunda savunmacı bir refleks gelişti. Kanaatime göre İslamcılık ile birlikte anti-kolonyalist fikirlerin bir kısmının savunmacı bir zihniyetin ürünü olduğuna dair fikirler de buradan kaynaklanmıştır. Fakat İslamcılık ve birtakım antiemperyalist ideolojiler için bu yanlış bir tespittir ve yanıltıcıdır. Bunu “savunmacı zihniyet” ile “savunma mücadelesi” arasındaki fark üzerinde durarak belirginleştirebiliriz. Bu farkın görmezden gelinmesi en azından fikrî karmaşaya yol açmıştır. Doğal olarak savunmacı yaklaşımlarla savunma ideolojisi birbirinden ayırt edilemez bir hâle gelmiştir.
1950’li yıllardan itibaren teknoloji ve sanayi hamlesine atılanlar ve bu alanda öncü rol oynayanlar savunmacı zihniyeti terk etmişlerdi. Bu kuşağın içinde yer alıp da iz bırakanların ya da değişime öncülük edenlerin mühendisler arasından çıkması çok önemlidir. Bu kuşak doğal olarak ideolojiye önem vermedi. Teknoloji ve sanayi hamlesinin zaten büyük bir değişimi beraberinde getireceğine inandılar. Bunun doğruluğunu kendi hayatlarında gördüklerini düşünüyorlardı. Özal dört eğilimi birleştirirken bu özgüven ile hareket etmişti. “Hizmet siyaseti”nin temelinde de böyle bir inanç vardır. Tayyip Erdoğan döneminin alamet-i farikası hizmet siyasetidir. Sayın Erdoğan mühendis kuşağının yaklaşımlarını geliştirmiş ve oldukça ileri bir seviyeye taşımıştır. Çünkü o da savunmacı bir zihniyeti temsil etmiyordu. Kelime tahlili yapmaktan hoşlananlarının bu konuyu çok daha farklı boyutlara taşıyacağından emin olabiliriz.
Peki, hem mühendisler kuşağını hem de hizmet siyasetini temel yaklaşımları itibarıyla yanlışa düşmekle mi suçlamalıyız yoksa eksik ve hatalı yönleri üzerinde mi durmalıyız?
Eğer mühendisler kuşağını ve hizmet siyasetini temel yaklaşımları itibarıyla yanlışa düşmekle suçlarsak bugün kelime tahlilinden hoşlanan arkadaşlarımızın takdir edeceği gibi savunma sanayiindeki gelişmelerin önemini kavramamış olmamız gerekir. Kuşkusuz bu gelişmeler sahada çok ciddî değişimler meydana getiriyor. Fakat bu değişimlerin zihniyet dünyası üzerindeki etkilerini aynı ölçülerde göremiyorsak eksik ve hatalı yönlere biraz daha yaklaşmış olabiliriz. Aslında teğmenlerin öfkeli bir şekilde bir noktaya yönelip kılıç sallamaları eksik ve yanlış yönler hakkında çok ciddî fikirler sunabilir. Bunların, genç askerler ya da “genç Türkler” olmaları hasebiyle, teknoloji ve sanayi hamlesinin ürünleriyle doğrudan karşılaştıkları için ideolojik olarak muhakkak farklı bir tutum içinde olmaları gerekirdi. Belki yaşları ileride olanlar değişimi anlamamış olabilirler fakat bu mazeret bugünün “genç Türkler”i için geçerli olmamalıydı. Kısaca söylemek gerekirse mühendisler kuşağı ve hizmet siyaseti yeni bir “ideoloji” üretemedi. “Genç Türkler”, “Jön Türkler” olarak kaldı ve bugünküler de muhalif olmayı seçti. Yani hizmet siyasetindeki başarıyı fikrî bir hamle ile tamamlayamadık.
Bu tespitten de anlaşılıyor ki “genç Türkler”i harekete geçiren fikirler hâlâ dışarıdan geliyor. Hâlbuki bugün tam aksi yönde gelişmelere şahit olmalıydık. Bugünün “genç Türkler”i Tayyip Erdoğan’ı savunma ideolojisini terk etmemekle “suçlamalı”, savunma hatlarını biraz daha ileriye taşımak gerektiği üzerinde durmalıydılar. Teknoloji ve sanayi hamlesi ile hizmet siyaseti fikrî bir değişimi tetiklememiş. Ciddî bir kayıp!