Doksanlı yıllarda “hoşgörü” kavramı sıkça kullanılmıştı. Bugün FETÖ olarak tescillenen yapı kavramı dolaşıma sokmuştu. Başka grup, kişi ve fikirlere kapalılık ve hatta düşmanlık bakımından örneği olmayan bu terör yapılanmasının “hoşgörü” kavramından büyük siyasî beklentileri vardı. Kavramın tedavüle sokulduğu zamana kadar fikir adamlarına yönelik cinayetler tertiplenmiş ve Türkiye’de yapay bir gerilim hâkim kılınmıştı. Bu yapay durum laik-antilaik geriliminin temelini oluşturmuştu. Başörtüsü yasaklarıyla başlayan süreç, siyasî cinayetlerle devam etmiş ve toplumsal gerilim için bütün şartlar hazırlanmıştı.
Genel kanaatlerin aksine o zaman da Türkiye’de bir kutuplaşmadan bahsedilemezdi. Kutuplaşmanın oluşabilmesi için ideolojik farklılaşma yeterli bir şart değildir. Türkiye’de çok sert bir kutuplaşama olduğunu söyleyenler, bu görüşü kanıtlamak için siyasî farklılaşmaları ya da düşmanlıkları örnek gösterir. Bu ise kutuplaşma iddiasını çürüten bir örnektir. Dönemi yaşayanların hatırlayacağı gibi orta sınıfın gittikçe güçlendiği sosyolojik ortamda fikrî farklılıklar anlamını kaybediyordu. Hatta hızlı şehirleşmenin dayattığı uyum sorunu da gittikçe aşılmaya başlanmıştı. Çevre, merkeze yerleşmiş ve geleneksel hâkim gruplar üzerinde yoğun bir baskı oluşmuştu. Bunun neticesinde siyasî karar mekanizmalarında yenilenme yaşanıyordu. Bu değişim, Türkiye’ye büyük bir dinamizm kazandırdı.
Türkiye’nin derinden yaşadığı bu değişim süreci farklı açılardan ele alınmış değildir. Fakat bu değişim sürecinde mahallî idarelerin merkezî bir rol oynaması oldukça anlamlıdır. Yönetim anlayışında meydana gelen değişimleri o şehrin sakinleri memnuniyetle karşılıyor ama sistem üzerinde hâkim olduğu var sayılan elitler değişimden rahatsızlık duyuyordu. Kutuplaşma ile kast edilen de buydu. Yaşanan bu değişimi kutuplaşma ile tanımlamanın mümkün olmadığı açıktır. Türkiye’de o dönem sınıfsal, ideolojik, dinî vb. yarılmadan bahsedilemezdi. Türkiye çok derin ve sarsıcı bir değişim yaşıyor ve bir bakıma kimliğini yeniden kuruyordu. Mahallî idarelerde oluşan örneklik, çok güçlü bir eğilimin önünü açtı. Yeni tarz yönetim anlayışı meşruiyet kazanmış, güven oluşmuştu. Çok yönlü ve heyecan verici bir değişim yaşanıyordu.
Hâlbuki görünürde çok sert bir laik-antilaik çatışması vardı ve güya, Türkiye hızla kutuplaşıyordu. FETÖ’cü yapının aynı dönemde “hoşgörü” kavramını bayraklaştırması çok önemli bir tarihî olaydır. Derinden bakıldığında Türkiye’nin değişimini ve kimlik arayışını görmek mümkündü. Nitekim Türkiye’de esas çatışma ve gerilimin, laik-antilaik gruplar arasında olmadığı 15 Temmuz’da açıkça görüldü. Bunu dindarlar arasındaki bir çatışma şeklinde tanımlamak da doğru değildir. Hoşgörü kavramını kullanarak kendine meşruiyet kazandıran ve 28 Şubat’ta diğer dinî hareketleri büyük oranda tasfiye eden bir yapı, din adına emperyalistlerle birlikte hareket ederek bağımlılık ilişkisi çerçevesinde bir alt-yönetim gücü oluşturmuştu. Bu sebeple “muhafazakâr muhalefet, muhafazakâr müdahale” kavramları çok isabetli bir tanımlamadır. Bu tanım, kutuplaşmaya değil, emperyalist hegemonyaya işaret eder.
15 Temmuz, kutuplaşmanın eseri değildir. Eğer Türkiye’de çok şiddetli bir kutuplaşmanın yaşandığına inanıyorsak 15 Temmuz’un da bu kutuplaşmanın sonucu olması gerekirdi. Böyle bir iddiada bulunuyorsak Türkiye’yi tanımıyoruz demektir. O gece, Türkiye’ye çok önemli bir müdahale yapıldı. Müdahaleye karar verenlerin Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa ve İsrail gibi devletler olduğunu biliyoruz. Bu müdahalenin muhafazakâr görünümlü bir terör grubu tarafından yapılması da Türkiye’de bir kutuplaşma yaşanmadığının açık ispatıdır.
Başkan Erdoğan, cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı 2007’de ve Gezi Parkı Kalkışması’nın yaşandığı dönemlerde Türkiye’yi kutuplaştırmakla suçlandı. Hatta Ak Parti içindeki bazı etkili şahıslar Gezi Parkı Kalkışması’nın en hararetli günlerinde Erdoğan’ı suçlayan bir dil kullandı. Başkan’ın 15 Temmuz’a giden süreçte kutuplaşma iddiasıyla sürekli olarak suçlandığını yaşayarak gördük. Fakat 15 Temmuz müdahalesi her şeyi değiştirdi. Bu müdahale Türkiye’de yerli ve millî olanın karşısında yabancılar güdümünde güçlü bir yapılanmanın olduğunu gösterdi. Çünkü seksenlerin sonunda başlayan ve doksanlarla birlikte gün yüzüne çıkan yerel yönetim modeli Türkiye’nin önüne antiemperyalist ve vesayet karşıtı bir kanal açmıştı. Bunun Türkiye için yeni bir fikre dönüşmesi çok sürmedi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.