Suriyeliler de önce Bastil’e koştu

04:0026/12/2024, Perşembe
G: 26/12/2024, Perşembe
Selçuk Türkyılmaz

1991’de I. Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde Türkiye’de eli kalem tutan veya söz sahibi birçok kişi yeni bir savaşın başlamayacağını düşünüyordu. ABD ve İngiltere bütün Batı’yı peşinden sürüklemiş ve dünya kamuoyunu da şekillendirmişti fakat tuhaf bir şekilde Türkiye’de “emperyalizmin oyunu” kavramı öne çıkıyordu. Gündemin bu kavramla şekillenmesi çoğu kimseyi derinden etkiledi. İşgalin başlamasına iki hafta gibi bir zaman vardı. Bir grup arkadaşla İzmir’in uğrak yerlerinden biri olan bir kitapevinde


1991’de I. Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde Türkiye’de eli kalem tutan veya söz sahibi birçok kişi yeni bir savaşın başlamayacağını düşünüyordu. ABD ve İngiltere bütün Batı’yı peşinden sürüklemiş ve dünya kamuoyunu da şekillendirmişti fakat tuhaf bir şekilde Türkiye’de “emperyalizmin oyunu” kavramı öne çıkıyordu. Gündemin bu kavramla şekillenmesi çoğu kimseyi derinden etkiledi. İşgalin başlamasına iki hafta gibi bir zaman vardı. Bir grup arkadaşla İzmir’in uğrak yerlerinden biri olan bir kitapevinde bu konuyu tartıştık. Basra Körfezine yığılan silahları işaret ederek savaşın başlayacağını ve bunun bizim için çok sarsıcı bir dönem anlamına geleceğini söyledim. Ne yazık ki onlar da “emperyalizmin oyunu” diyordu. Hatta bu oyunu anlamadığımı dahi söylediler. Savaş başladıktan sonra ne düşündüklerini merak ettim fakat onlarla yeni bir tartışmaya girmek istemedim. Çünkü emperyalizmin oyunu kavramıyla gün yüzüne çıkan şey bir düşünme biçimiydi ve bu, Türkiye’de çok yaygındı.

1991’den itibaren Akdeniz’i kuşatan İslam ülkeleri öncekilerle kıyaslandığında çok daha güçlü bir saldırıya maruz kaldı. Cezayir’de İslâmî Selamet Cephesi (FIS) ve Bosna’da Aliya İzzetbegoviç’in partisi (SDA) kendi toplumlarını peşinden sürükledi. Emperyalist ülkeler ise herhangi bir oyuna gerek duymadan doğrudan müdahale etti. Hatırlanacağı gibi Hamas da Filistin’i omuzlamıştı. En yakın arkadaşlarımızla bu olayların içinde bir taraf olarak yer aldık. Bugünden geriye doğru baktığımda o günlerde benimsediğimiz fikirlerin bugün hâlâ ilham verici olduğunu düşünüyorum. Aslında tarihin çok önemli bir dönüm anını yaşamışız. Bosna’daki acı olaylar bunu bize gösterdi. İslam coğrafyası bir kere daha ölüm kıskacına girmişti ve İslamcılık farklı bir şekilde hedefe konmuştu. Bu yeni dönemde mutlaka sorumluk üstlenmek gerekiyordu.

Türkiye’de de olağanüstü olaylar yaşandı. FETÖ’cüler ABD ve İsrail’in yanında yer aldıklarını açıkça ilan ettiler. Bu, içeride de çok sert bir savaşın başladığını gösteriyordu. O zaman FETÖ’cüler devlet içinde çok güçlüydü, herkesi fişliyorlardı. Artık bu yeni dönem dışarıdan seyredilemezdi. Emperyalizmin oyunu kavramıyla ortaya çıkan yaklaşım, ataleti ve dışarıda kalmayı zorunlu kılıyordu. Hâlbuki Müslümanların sorumluluk üstlenmesi gerekiyordu. Fakat tam aksine bu dönemde maneviyatçı yaklaşımlar yeniden şöhret buldu. Bu karşıtlık iki ayrı siyaset etme biçimine yol açtı. İslamcıların muhafazakârlaşma süreci de bu dönemde başlamıştır. Muhafazakârlaşma ile gruplaşmayı kastediyorum. Diğer taraftan ise İslamcılık düşüncesi ve hareketleri kendi içinden değişerek çıkmaya başladı. Irak, Bosna, Afganistan, Cezayir, Filistin, Çeçenistan olayları yeni bir insan tipini şekillendiriyordu. İslamcılık düşüncesinin ve İslamcı hareketlerin eskisi gibi kalması neredeyse imkânsızdı. Bugün bitiş olarak nitelendirilen aslında eski tip İslamcılıktı. Yeninin ne olduğu ve eskiye göre farkları tartışmalı olsa da yirminci yüzyılın geride kaldığı çok açık.

Türkiye 15 Temmuz’da kıskaçtan kurtuldu. İlginçtir, 15 Temmuz’la ilgili tartışmalarda da oyun ve tiyatro kavramları öne çıktı. Bu devamlılığın mutlaka üzerine gidilmesi gerekir. I. Körfez Savaşı’nı emperyalizmin oyunu olarak nitelendirenlerin çok önemli bir kısmı 15 Temmuz’da Türkiye’nin ölüm kıskacını yardığını göremedi. Aynı çevrelerin Suriye’de gelişen olaylarda da emperyalizmin oyununu gördüklerinden eminim. Suriyeliler de gözlerimizin önünde ölüm kıskacını yarıyor fakat zannımca bizimkilere devrim beğendirmek çok da kolay değil. Oysa Suriye’de daha hadiseler kesin şeklini almamışken insanlar ilk önce Bastil’e doğru canhıraş bir şekilde koşmaya başladılar. Kimi annesini, kimi kardeşini, kimi babasını, hayatta iseler arayıp bulmak ve kurtarmak istedi. İki yüz elli yıl sonra yeni bir Bastil ile karşılaşmamız hayret vericidir. Çok daha şaşırtıcı olan ise Suriye’deki Bastil hapishanesinin de Fransa ile ilişkisidir.

Peki, yıkılan nedir? Türk ve İslam coğrafyası ölüm kıskacından kurtuluyorsa kaybedenler kimlerdir? Kimlerin kaybettiği sorusunu ayrıca cevaplayabiliriz fakat I. Dünya Savaşı’ndan sonra coğrafyamızda kurulan kolonyalist sistemi, Aşil topuğundan yakalayarak yıkmaya başladığımızı açıkça söyleyebilirim. Bağımlı yapılar birer birer çöküyor ve manda yönetiminin artıkları devriliyor. Esad ailesi bu sistemin en güçlü unsurlarındandı. Sistemin on üç yıl fiilen devam eden bir savaşın sonunda yıkılması üstlenilen sorumluluğun bedelini gösterir. Suriyeliler bu bedeli en ağır şekilde ödedi.

Devrim ihraç etmeyeceklerini söylüyorlar, bunu önemsemek gerekir. Fakat ortaya çıkan yapı zaten birçok şeyi değiştirecektir.

#FETÖ
#Suriye
#Selçuk Türkyılmaz