Avrupa’da aşırı sağın Müslüman karşıtı düşüncelerinin giderek yaygınlaşması ve Müslümanları hedef alan saldırılarının her geçen gün artması ideolojik bir yaklaşıma işaret ediyor. Bu yaklaşım, “Batı dünyasının, Yahudi-Hıristiyan dünyasının barbarlıkla savaştığı, varoluşsal bir medeniyet mücadelesi içinde olduğu” yönündeki ifadeleri farklı bir şekilde anlamamızı zorunlu kılar. Bu fikrin başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de oldukça rağbet gördüğü anlaşılıyor. Onlara göre İsrail
Avrupa’da aşırı sağın Müslüman karşıtı düşüncelerinin giderek yaygınlaşması ve Müslümanları hedef alan saldırılarının her geçen gün artması ideolojik bir yaklaşıma işaret ediyor. Bu yaklaşım, “Batı dünyasının, Yahudi-Hıristiyan dünyasının barbarlıkla savaştığı, varoluşsal bir medeniyet mücadelesi içinde olduğu” yönündeki ifadeleri farklı bir şekilde anlamamızı zorunlu kılar. Bu fikrin başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de oldukça rağbet gördüğü anlaşılıyor. Onlara göre İsrail yeni küresel savaşın ön cephesidir. Siyonistler de bu hakikati bildikleri için İsrail’in kaybetmesiyle Batı medeniyetinin kaybetmiş olacağı yönünde yoğun
bir propaganda faaliyeti içinde. Batı’da Siyonist İsrail’in yerleşimci kolonyalizminin karşılıksız olarak desteklenmesinin
asıl sebebi budur.
Açıkça ifade etmeliyiz ki özellikle Anglosaksonlar Filistinlilerin yaşadığı büyük felaketle ilgilenmiyor. Türkiye gibi ülkelerde Batı dünyasının Filistin meselesiyle Müslümanlardan daha çok ilgilendiği yönündeki propaganda da ciddî bir yanılsamanın sonucudur. “Batı Batı diye kötülemenin bir anlamı yok, Filistin meselesiyle bile bizden daha çok ilgileniyorlar” şeklinde düşünmemiz isteniliyor, hepsi, o kadar. “Koskoca İslam dünyası” diye başlayan cümleler dikkatimizi başka yönlere çekiyor. İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda ve ABD’de İsrail’in yerleşimci yayılmacılığı hükûmetler tarafından açıkça destekleniyor, bürokrasi de bu desteğe göre hareket ediyor. Bunun kamuoyu üzerindeki etkileri karşı konulamayacak derecede güçlüdür. Üstelik en azından iki kutuplu dünyanın yıkılmasından sonra Batı’da İslam dünyasına yönelik süreklilik kazanmış bir düşmanlık var. Yaz dönemi başlamadan önce üniversite kampüslerinde yoğunlaşan Filistin taraftarı gösterilerde de başı Filistinlilerin çektiği anlaşılıyor. Müslüman dünyayı kabahatli göstermeye yönelik ifadelerin ciddî bir eleştiriye ihtiyacı var.
İsrail’in yerleşimci kolonyalizmini “barbarlıkla savaşan Batı medeniyeti” çerçevesine dâhil ettikleri için, özellikle Anglosaksonlar, on bir aydır gittikçe yoğunlaşan saldırganlığı bir medeniyet savaşı olarak sunuyor. Buna diğer ülkeler de katılıyor. Batı Şeria’da yerleşimci terörünün sıradan insanları yerinden yurdundan etmesiyle başlayan yeni süreci de destekleyecekler. Onların “barbarlıkla savaş” olarak nitelendirdikleri saldırganlığı bizim “asıl barbarlar sizlersiniz” şeklinde karşılamamız ise en azından bana anlamlı gelmiyor.
Bu anlamsızlığı 7 Ekim’den sonra Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik inanılmaz saldırılarının ortasında ABD Dışişleri Bakanı’nı protesto eden bir şahsın sözlerini ekranlardan duyduğumda hissetmiştim. Şahıs Blinken’ı çocuk katili olarak suçluyordu. Aynı şekilde İsrail’in yıkıcı eylemlerinin barbarlık ve vahşet olarak tanımlanması da çok anlamlı değil. Son zamanlarda Gazze’den çok çarpıcı haberler geliyor.
Enkaz altından çıkarılan ölü çocuk bedenlerinin ortaya çıkardığı ürkütücü gerçek, onların kafalarındaki kurşun izleridir. Bu, ne yazık ki
“Batı medeniyetinin barbarlıkla savaşı”nın neticesidir. İsteyerek öldürdükleri anlaşılıyor.
İslam dünyasına yönelik suçlamaya gelince muhakkak başka şeyler konuşmak gerekiyor. Hazır kalıpların işe yaramadığı çok açık. “İslam dünyasının ataleti, birlik düşüncesinden yoksunluk, kabahati kendimizde arayalım” gibi kalıp ifadelerin sadra şifa olmuyor. Bunlar veya bu yöndeki fikirler kendi içinde uyarıcı bir nitelik taşımıyor. Geçmişte Filistinlilerin mücadele yöntemlerini dinî açıdan yargılayanların 15 Temmuz’da neyi ne kadar fark ettiklerini bildiğimi söyleyemem. Fakat İslam coğrafyasının Batı ile mücadeleyi tercih etmiş bölgelerinin çok ciddî bir tecrübeye sahip olduğunu düşünebiliriz. Bu mücadelenin psikolojik yansımalarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Diğerlerini ise değerlendirme konusu hâline getirmemek gerekir. Kolonyalizm ve emperyalizm karşıtı bağımsızlık mücadelesi ile şöhret bulmuş bölgeleri kendi içinde ayrıca tasnif ederek değerlendirebiliriz. Diğer yaklaşımlar ipe un sermektir.
“Batı medeniyetinin barbarlıkla mücadelesi” yaklaşımını önemsek gerekiyor. Batı medeniyetinin barbarlıkla savaşını anlamak için Kızılderililerin tarihine yönelmeliyiz. Kuzey Amerika yerleşimcilerinin torunları, hâlâ, Kızılderililerden nefret ediyor. Bu çok ilginçtir. Bu nefreti görmeyenler, yerleşimci Siyonistlerin Filistinlilerden niçin nefret ettiğini anlayamaz.