Öğrencilik yıllarımda İzmir’de Yehova Şahitleri’nin dinî propagandasını yapanlar arasında İsveçlilerin aktif bir şekilde yer aldıklarını biliyordum. Buna rağmen bu faaliyetlerin kapsamı ve uzun vadeli sonuçlarıyla ilgili tahmin yürütemedim. İskandinav ülkeleri olarak adlandırılan topluluk üyesi ülkelerle ilgili 1970’li yıllardan itibaren ideolojik propaganda yapılıyordu fakat bunun İzmir gibi şehirlerimizdeki dinî faaliyetlerle alakası hakkında bir gündem oluşmuyordu. Hâlbuki o yıllardan itibaren
Öğrencilik yıllarımda İzmir’de Yehova Şahitleri’nin dinî propagandasını yapanlar arasında İsveçlilerin aktif bir şekilde yer aldıklarını biliyordum. Buna rağmen bu faaliyetlerin kapsamı ve uzun vadeli sonuçlarıyla ilgili tahmin yürütemedim. İskandinav ülkeleri olarak adlandırılan topluluk üyesi ülkelerle ilgili 1970’li yıllardan itibaren ideolojik propaganda yapılıyordu fakat bunun İzmir gibi şehirlerimizdeki dinî faaliyetlerle alakası hakkında bir gündem oluşmuyordu. Hâlbuki o yıllardan itibaren Türkiye ile bağını koparan kişiler, İsveç gibi ülkelerde koloni hayatı sürmeye başlamışlardı. Bizim öğrencilik yıllarımız olan 80’lerde İskandinav ülkelerinin popülaritesi çok yüksekti fakat kolonilerin hangi bağlar üzerine inşa edildiği hakkında bir bilgi yoktu.
Ders kitaplarındaki bilgiler çok önemlidir. İsveç hakkındaki en kalıcı izleri, ders kitaplarımız oluşturmaktaydı. Bugün Demirbaş Şarl’ın hikâyesini hatırlamayanımız yoktur. Doğu Batı kutuplaşması bu hikâyenin etkisini arttırıyordu. Eğer Rusya ile savaşlarımız bağlamına dâhil olmasaydı Demirbaş Şarl’ın hikâyesi bu kadar kalıcı izler bırakmazdı. Bu iz’in İsveç’e Türkiye karşıtı faaliyetlerde geniş bir alan açtığını söyleyebilirim. İsveç hem Rusya ile savaşlarımız bağlamında ilgi çekici bir hikâye olarak varlık kazanmış hem de 1970’li yılların ideolojik propagandası ile adeta bir medeniyet merkezi olarak sunulmuştu. Bu sebeple İsveç’in Türkiye’den kopan kişi ve gruplara ev sahipliği yapması üzerinde durulmamıştı. Peki, İsveç bağımsız bir siyaset mi güdüyordu? Fransa, Almanya, ABD ve İngiltere çizgisinde oluşan Türkiye ve İslam karşıtı propaganda faaliyetleri neredeyse bütün Kuzey Avrupa ülkelerinde ciddî bir karşılık buldu. İsveç de bu ülkelere dâhildir. ABD ve Avrupa ülkeleri Irak’ı işgal ettikten sonra 1990’ların başından itibaren Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığı yükselişe geçti. Bu ülkeler aynı zamanda Türkiye karşıtı kişi ve yapılara ev sahipliği yaptı. Fakat izlenimler değişmedi.
1970’lerde Türkiye’den kaçarak Kuzey Avrupa ülkelerine sığınan ve coğrafya ile bağlarını koparan örgütlü yapılar üzerinde durmak gerekir. Farklı sebeplerle Türkiye ile bağlarını koparan grupların dönüşümü sıradan bir asimilasyon olayı değildir. PKK’nın Türkiye karşıtı faaliyetlerini etnik ve ideolojik bir eksende değerlendirmek de sağlıklı bir netice vermeyecektir. Benzer yapılar da etnik ve ideolojik eksende bir dönüşüm yaşıyordu fakat ortaya çıkan sonuçlar bireysel ve sosyolojik değişimin çok daha ötesindeydi. Bu, açıkça bir tasarımdı. Koloni kavramını özellikle kullandığımı belirtmek isterim. Yıllar sonra FETÖ’cüler benzer bir değişim sürecine girdi. Onlar da özellikle İsveç gibi ülkelerde etkileri uzun yıllara yayılacak bir kolonileşme süreci yaşamaktadırlar.
Türkiye, bahsi geçen yıllarda, bu ülkelerle mücadele edebilir miydi? Bu soruya evet ya da hayır diye kesin cevaplar vermenin anlamı yok. Fakat Türkiye aleyhine iş görecek yapıların Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de yuvalanması oldukça önemlidir. Azınlıkçı ve ayrılıkçı yapılara ilave olarak binlerce liberal muhafazakâr FETÖ’cünün aynı merkezlerde toplanıyor olması üzerinde durmamız gerekir. Ne yazık ki FETÖ etkisi içeride hâlâ çok güçlüdür ve bu eksendeki tartışmalar oldukça sığ bir alana sıkıştırılmıştır. Bunun da bir sonucu olarak diğer azınlıkçı ideolojilerle birlikte FETÖ’nün muhafazakâr yapılar üzerindeki çözücü baskısı gözlerden uzak tutulmaktadır. Özgürlükler ülkesi olarak kodlanmış yerlere yönelimin farklı toplum kesimlerine sirayet ettiği çok açıktır. Hâlbuki bu ülkeler Türkiye karşıtı faaliyetlere açıkça ev sahipliği yapmaktadır. Bu açıdan Türkiye’nin NATO bağlamında İsveç hakkında takındığı tavrın oldukça önemli olduğunu söyleyebilirim. Şimdiye kadar Avrupa ülkeleri nezdinde bağımlı yapılarla ilgili taleplerimiz vardı.
Tarih, şaşırtıcı ilişkileri karşımıza çıkarması bakımından ilgi çekicidir. Söylemeye çalıştığımız gibi İsveç hakkında kalıcı izlenimlerimiz Rusya ile savaşlarımız bağlamındaydı. Demirbaş Şarl, Rusya ile savaşıyordu. Osmanlı da Rusya ile savaşıyordu. Bu da doğal olarak bir yakınlaşma duygusu uyandırmıştı. Bugün ise Rusya korkusu ile Avrupa ve ABD’nin kanatları altına girmek isteyen İsveç’in NATO üyeliği konuşuluyor. Türkiye haklı olarak İsveç’in PKK’ya desteğini gündeme getirdi. Türkiye bu tutumunu devam ettirmelidir. İçeriden devşirilerek Türkiye karşıtlığı ile yeniden biçimlendirilmiş yapıların bir kısmı, gün yüzüne çıkmak zorunda kalacaktır. Böylelikle büyük tasarım hakkında en azından bir gündem oluşacaktır.