Türkiye’nin Filistin davasına yeterince destek vermediği ve özel olarak da Gazze’de İsrail’in sergilediği vahşete yeterince tepki gösterilmediğine yönelik kirli propagandanın hangi kaynaktan beslendiğine dair soruların cevapsız bırakılması oldukça anlamlıdır. Bu durumun seçim sonuçlarını doğrudan etkilediğini kabul ederek konuyu farklı açılardan ele almaya çalışacağız. Türkiye, elbette, “one minute” vakasıyla birlikte oldukça etkili bir değişim süreci yaşamış, yeni bir döneme girdiğini bütün dünyaya
Türkiye’nin Filistin davasına yeterince destek vermediği ve özel olarak da Gazze’de İsrail’in sergilediği vahşete yeterince tepki gösterilmediğine yönelik kirli propagandanın hangi kaynaktan beslendiğine dair soruların cevapsız bırakılması oldukça anlamlıdır. Bu durumun seçim sonuçlarını doğrudan etkilediğini kabul ederek konuyu farklı açılardan ele almaya çalışacağız.
Türkiye, elbette, “one minute” vakasıyla birlikte oldukça etkili bir değişim süreci yaşamış, yeni bir döneme girdiğini bütün dünyaya göstermişti. Bu, Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde de sarsıcı değişimlerin yaşanacağı anlamına geliyordu. Zira İsrail, İngiltere’nin ve ABD’nin İslam coğrafyasının tam kalbinde meydana getirdiği yeni bir Avrupa kolonisi olarak ortaya çıkmıştı. Bu yeni koloni yapıyı İngiltere ve ABD’nin yeni bir eyaleti olarak düşünmek gerektiği için İsrail’le ilgili bütün gelişmelerde bu iki ülkenin adımlarını dikkatle takip etmek gerekiyordu.
Türkiye “one minute” olayından sonra asla eski Türkiye olmadı. Bu, 2009’dan sonra her adımda kendini gösteren yeni gerçeklikti. İsrail’i küçümsemenin bir anlamı yok fakat bu koloni yapıyı gerçek fail olarak işaretlediğimizde arkasındaki İngiltere ve ABD’nin eylemlerini yerli yerine oturtmak mümkün olmayacaktır. Bu da FETÖ’cülerin 2009’dan itibaren Erdoğan’a karşı yeni bir hareketlenme içinde yer almasına yol açan asıl kaynağı görmemize engel olacaktır. 2013’ten sonra Erdoğan karşıtı bütün hareketlenmelerin temelinde “one minute” vakası vardı ve bu, Türkiye’nin bağımsızlaşma yönünde adımlar atacağının işaretiydi. FETÖ’cüler gibi oldukça muhafazakâr bir bağımlı yapının sol eğilimli marjinal gruplarla iç içe girmesi şaşırtıcı bir hadiseydi. Erdoğan, İsrail’e “one minute” demiş; Türkiye’de dinî muhafazakâr gruplarla marjinal sol gruplar birlikte eylemlere girişmiş; bu yeni hareketlenmeye en güçlü destek büyük sermaye grupları tarafından verilmiş; İngiltere, ABD, Almanya ve Fransa ile birlikte diğer Avrupa devletleri ise Erdoğan karşıtı eylemlere açık destek vermişti. Muhafazakâr dinî gruplar arasındaki etkileşimler de oldukça dikkat çekiciydi.
Hadiselerin hızına yetişmek mümkün değildi fakat yeni dinî hareketler çerçevesinde ele alınması gereken bazı muhafazakâr liberal gazetelerin bu dönemde asıl kaynak olarak öne çıktığını tespit etmek zorundayız. Bu, Gazze olayları için de geçerlidir. Yaşamakta olduğumuz dönemin ileride farklı açılardan inceleneceğini ve bugün görülemeyen bazı faktörlerin daha açık bir şekilde ortaya çıkacağını tahmin edebiliriz. Fakat bugünden bazı gelişmelere dikkat çekmekte de fayda var. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Filistin’e ve Gazze’ye destek vermemekle suçlamak ve İsrail karşıtı bütün adımların göstermelik olduğunu iddia etmek için bağımlılık çerçevesinde epeyce mesafe almış olmak gerekir. Burada asıl dikkat çekici olan ise bu yöndeki propagandaların hedefine ulaşmasıdır.
Asıl kaynak olarak öne çıkan yapıların İsrail’in Gazze saldırılarıyla ilgili yayınlarda ne İngiltere ne de ABD aleyhine herhangi bir cümle sarf edilmiştir. Bu kaynaktan çıkan ve “başkalarını suçlamanın bir anlamı yok, kabahati kendimizde aramalıyız” sloganlarıyla kendini gösteren yaklaşım biçimi neredeyse bütün muhafazakâr dinî gruplara sirayet etmiş ve onları etkisizleştirmiştir. Gazze olaylarında İngiltere ve ABD destekli vahşetin bütün dünyayı dehşete düşürdüğü bir dönemde kabahati kendimizde aramak gibi ilgisiz bir yaklaşımı propaganda ettikten hemen sonra muhafazakâr öfkenin Erdoğan’ın üzerine boca edilmesi son derece profesyonel bir yaklaşıma işaret eder. Böyle bir durumda bir taşla vurulan kuş sayısını hesap etmek bile güçleşir.
Peki, bu süreç nasıl işledi? Muhafazakâr dinî gruplar eskiye nazaran çok daha geçirgen yapılar içinde hareket etmektedirler. İçinde yaşadığımız dönemin en karakteristik özelliği budur. Bunun da kimliksizleşmeye yol açacağını rahatlıkla söyleyebilirim. İdeolojik farklılıklar neredeyse tamamen ortadan kalktı ve farklı grupları aynı gaye etrafında birleştirmek ve harekete geçirmek kolaylaştı. Bu, en temel meseleler için de geçerlidir. Burada ideoloji kavramı çok daha geniş bir anlamda kullanılmaktadır. Fikrî zeminin belirsizleştiği bir dönemi yaşamakta olduğumuz açıktır. Huzur arayışı neredeyse sorgulanmadan kabul edilir bir hâl aldı. Bunun da İslamcılar ve muhafazakâr dinî gruplar gibi keskin bir ayrımdan beslendiği çok açıktır.
Belirsizliğin yaygınlaşmasıyla birlikte yönsüzlük duygusu çok daha ağır sonuçlar üretecektir.