Türkiye, yakın tarihinin en hararetli dönemlerinden biri yaşıyor. Bu dönemi şu veya bu olayla başlatma konusunda anlaşmazlık söz konusu olabilir fakat yaklaşık on yıldır olağanüstü bir gerilimden geçmekte olduğumuzu inkâr edemeyiz. Türkiye’de toplumsal gruplar veya ödünç bir kavramla sınıflar arasındaki gerilimin on senelik dönemden önce de yoğun bir şekilde yaşanıldığını biliyoruz. Fakat son on yılda yaşanılanlar hem nitelik hem de nicelik bakımından önemli ölçüde farklılık kazanmıştır. Elbette bu tasnifi en genel anlamıyla yapmaktayız. Çünkü bugünkü gerilim ve çatışmanın kökleri çok daha eski dönemlerde aranmalıdır ve yaşamakta olduğumuz günleri anlamlandırmak bakımından buna mecburuz.
Özellikle 1950’lerden sonra Türkiye’de yapay çatışma alanları oluştu. İdeolojik gerilimler de bu yapay çatışmaların üzerine bina edildi. 1960 ve 70’lerde egemen olan ideolojik kutuplaşmaların sokak kavgalarına dönüşmesi en dramatik sonuçlardandır. Yaklaşık yirmi yıl boyunca devam eden ideolojik kamplaşmanın esas sonucu dramatik sokak çatışmaları değildir. Bugün karşımıza çıkan FETÖ ve benzer yeni dinî hareketler, kaosun hâkim olduğu dönemlerde oluşum safhalarını kolaylıkla aştılar. Türkiye bir yandan yönetilebilir çaresizlik içinde boğuşurken bir yandan geleceğini teslim alacak bağımlı yapılara yataklık etti. Yapay gerilimler sahici bağımlı terör örgütlerini besledi ve büyüttü.
Yönetilebilir çaresizlik içinde oluşan yapay gerilimler ve tarafların düşmanlaştırılması durumunun bütün coğrafyamız için geçerli bir çerçeve olduğu açıktır. Mısır, Irak, Tunus, Cezayir, Libya ve Suriye bu çerçeve içinde ötekine düşmanlık üreterek öz varlıklarını koruyamaz hâle geldi. Bugünlerde çokça alay konusu hâline getirilen “dış güçler” faktörü coğrafyamızda layıkıyla anlaşılmamıştır. İdeolojik kamplaşmalar gerçekliğin sahici dinamikleri konusunda bir körlük oluşturdu ve yapay gerilimler zihinleri felç etti.
Erdoğan’ın Davos’ta İsrail cumhurbaşkanına “one minute” sözüyle başlayan uyarısı Türkiye içinde yaşanan bütün süreci baştan aşağıya dönüştürdü. Belki de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa bir lider gerçeklik konusunda farklı bir tavır sergilemeye başladı. Bunun bütün coğrafyamızı etkileyebilme potansiyeli hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir. Kuşkusuz İsrail’in politikalarına karşı Türkiye’den ilk defa itiraz yükselmiyordu fakat Erdoğan’ı farklı kılan bu çıkışını sürdürülebilir bir politik yaklaşıma dönüştürmesidir. Bu, bir siyasetçinin İsrail’in devlet terörüne karşı öfkeli bir çıkışı değil, tam aksine bir devlet politikasıydı. Nitekim Davos’tan sonra Erdoğan’ın İsrail’i koruyup kollayan ulus üstü kurumlara yönelik itirazı gecikmedi ve “dünya beşten büyüktür” küresel ölçekte bir dalgalanmaya yol açtı.
Türkiye’nin yeni bir döneme girmesi ve yapay gerilimlerin zihinleri felç eden uyuşturucu gündemlerinden uzaklaşması küresel ölçekte varlık kazanmaya başlamasının bir sonucudur. Bu sürecin uzun bir döneme yayılacağı muhatap olduğumuz haricî müdahalelerden anlaşılmaktadır. Aslında birbirini tetikleyen ve dönüştüren olayları yaşıyoruz, tabiri caizse diyalektik bir süreçten geçiyoruz. Türkiye, uluslararası sistemin haksızlıklarına karşı sesini yükselttikçe onlarca yıllık zaman diliminde içeride oluşan bağımlı yapılar birer birer kendini var eden yapıların devamlılığını sağlamak için ortaya çıkmak zorunda kalıyor ve Türkiye yapay gerilimlerden uzaklaşarak gerçek bir çatışma ortamıyla yüzleşiyor. Türkiye’nin yeniden yapay gerilimlerin kıskacına alınmak istenmesi de bu sebeptendir.
Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sadece bir buçuk ay sonra “mağduriyet” söylemine hapsedilmesi, üzerinde çokça durulmayı hak eden bir meseledir. Mağduriyet söylemini dillendiren, uzun bir müddet gündemde tutan, olası hukukî hataların giderilmesine zaman tanımadan birçok FETÖ’cünün oluşan muğlâklıktan faydalanıp kurtulmasına zemin hazırlayan kişi ve çevrelerin, örgütle ilişkisi herkes tarafından bilinen FETÖ’cülerin serbest bırakılması karşısında sessizliğe bürünmesi yapay gerilimlerin gücünü gösteren örnek vakalardır. Fakat bu gündem hâkimiyetinin geçici bir üstünlük olduğu da açıktır.
Türkiye, bir müddet daha bağımlı yapılarla mücadele etmek zorunda kalacak. Çünkü Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki terör kuşağını parça parça kırdıkça “dış güçler”in baskısı artacak. Bu baskılar ne yazık ki içeride örgütlenmeyi başarmış müdahale araçlarını harekete geçirecek. Bu da bir zamanlar yapay ideolojik gerilimlerle oluşan kamplaşmaları bertaraf edecek.
Bu yeni Türkiye’dir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.