İsrail’in varlığının ve yayılmacı saldırganlığının dinî kavramlarla tanımlanamayacağını 7 Ekim’den önce gündeme getirmiştim. İsrail’in bütün insanlığı utandıran saldırganlığı karşısında herhangi bir kimsenin öfkesini kontrol etmesi elbette kolay değildi fakat sağlıklı bir şekilde düşünül-düğünde Siyonistlerin bütün dünyaya söz geçirecek bir güce ulaşması açıklanmalıydı. Hem Gazze’de hem de Lübnan’ın güneyinde görüldüğü gibi Siyonistlerin gücünü destekleyen bir askerî varlığı yoktur. İsrail askerleri ile saygı uyandıran bir güç değildir. Eli silahlı ve her istediğini yapan acımasız bir topluluğun herhangi bir ahlâkî sınırının olmadığı çok açıktı fakat yine de bu kadar fütursuz bir saldırganlıkla “yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları” çok da kolay değildi. Dolayısıyla Siyonist İsrail’in, neredeyse bütün dünyada nefret uyandıran ve “Yahudilere” yönelik yeni bir tepki dalgasının ortaya çıkmasına zemin hazırlayan yayılmacı saldırganlığını başka bir şekilde izah etmek gerekiyordu.
Amerikalılar ve İngilizler en başından itibaren Siyonizm’i kolonyalizm ideolojisi olarak icat etmişler ve “kutsal topraklar”da jeopolitik değeri çok yüksek bir “Yahudi devleti” kurmaya yönelmişlerdi. Anglosaksonların Yahudilik ve Hıristiyanlık davası peşinde koşacaklarını kimse iddia edemez. İngiltere tarihi üzerine iyi kötü birkaç kitap okuyan herkes Anglosaksonların din ile ilişkisi hakkında bir fikre ulaşır. Buna rağmen Katolik Avrupa ile Protestanlar arasındaki farkların veya husumetin aydınlanmacı bir bakış açısına göre yazılmasının sonuçlarını tam olarak tartışmadık. Muhtemelen bunun da etkisiyle Anglosaksonların “kutsal topraklar” merakı daima dinî kavramlarla muğlaklaştırıldı. Hâlbuki Ilan Pappe’nin Ketebe’den çıkan “Siyonizmi Pazarlamak Atlantik’in İki Yakasında Siyonist Lobicilik” adlı kitabında işaret ettiği gibi “kutsal topraklar” tanımı Filistin kavramına karşı geliştirilmişti. Anglosaksonlar dinî kavramları siyasallaştırarak farklı dinleri kolonyal hırslarını tatmin etmek için bir araç olarak kullanıyorlardı. Bunda başarıya ulaştıkları da çok açık. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Siyonizm, Yahudiler arasında çığ gibi büyüdü. Bu ideoloji Yahudiler arasında karşı konulamaz bir şekilde yayılırken Siyonist araştırmacılar ve entelektüeller önce ABD ve İngiltere’de, sonra da oryantalist hegemonyanın hükümferma olduğu bütün alanlarda üstün bir konuma yükseldiler.
Siyonistler Anglosaksonların emelleriyle kendi emellerini uzlaştırdıkça güçlendi. Bunun için Yahudiliği ve Yahudileri siyasallaştırdıklarını da biliyorlardı. Bu bilgi Siyonist oryantalistlerin İslam’ı ve Müslümanları siyasallaşmakla suçlamalarını kolaylaştırdı. Hâlbuki İslam’ın merkez coğrafyasında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere, ABD ve Fransa karşıtı hareketler yükselişe geçmişti. Kilise ve Havra Anglosaksonlara teslim olmuştu fakat Cami inanılmaz bir fedakârlıkla direniyordu. Cami kavramını mecaz olarak kullandığımı özellikle belirtmek isterim. Fas’tan Hindistan’a kadar İslam dünyası antiemperyalist bir mücadelenin içindeydi. Bugün postkolonyal düşüncenin en önemli temsilcilerinin Frantz Fanon gibi öncü isimlere atıf yapmak zorunda kalması anlamlıdır. Bu sebeple Malik bin Nebi, Seyyid Kutup, Mevdudî, Ali Şeriati gibi öncü isimlerin eserlerini bugün yeni bir gözle okumak gerekiyor. Oliver Roy gibi şöhretini Amerikacı liberalizme borçlu olan araştırmacılar saydığımız isimleri belirli bir bakış açısına göre mahkûm etti ve kudretli kalemler töhmet altında bırakıldı. Büyük fikir insanlarının, Cami’yi Anglosaksonların hizmetine girmekten alıkoymaya çalışmaları çok önemliydi.
İslam’ın merkez coğrafyasında saygı uyandıran büyük mücadelelere rağmen Anglosaksonlar en zayıf halkaları icat edip kullanmakta başarılıydılar. FETÖ’nün Amerikacı ve İngilizci bir yapı olarak icat edilmesi ve caminin içine sızma girişimleri çok önemliydi. İlginçtir, sızma girişimini ilk fark edenler İslamcılardı. Bu sebeple Necmettin Erbakan ile FETÖ elebaşının yolları hiçbir zaman kesişmedi. FETÖ elebaşı bir ömür İslamcı düşüncenin karşısında durdu. İsimlerini sıraladığım yazarlara karşı düşmanlıktan da hiçbir zaman vaz geçmedi. Fakat Anglosaksonlar Türkiye’de olduğu gibi Arap coğrafyasında da zayıf halkaları icat ediyor ve oyuna dâhil ediyordu. İbrahim Anlaşmaları bu çerçevede çok önemlidir. Bu anlaşmayı dinler arası diyalog girişimlerinin devamı olarak düşünebiliriz. Bu yeni girişimin BAE ve Bahreyn gibi zayıf halkalar üzerine bina edilmesi önemlidir.
Katolik Hıristiyanların da sorumluluk üstlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu dinler arası bir savaş değildir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.