Herkes barbarları bekliyormuş

04:0013/09/2018, Perşembe
G: 13/09/2018, Perşembe
Selçuk Türkyılmaz

19. yüzyılda Batı Avrupa dışında kalan dünya medenileştirme bahanesiyle işgal edilmiş ve sömürgeleştirilmişti. Günümüzde de terör bahanesi ile ülkeler işgal ediliyor ve sömürgeleştiriliyor. Medenileştirme, Batı’nın kendi halklarına yönelik bir propaganda aracıydı. İşgal ve sömürüye tabi tutulan ülkeler ve halklar üzerinde uygulanan katliam ve soykırım herhangi bir ahlakî endişe ile durdurulmamalıydı. Onun için olası tepkilerin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Medenileştirme etkili bir ötekileştirme

19. yüzyılda Batı Avrupa dışında kalan dünya medenileştirme bahanesiyle işgal edilmiş ve sömürgeleştirilmişti. Günümüzde de terör bahanesi ile ülkeler işgal ediliyor ve sömürgeleştiriliyor. Medenileştirme, Batı’nın kendi halklarına yönelik bir propaganda aracıydı. İşgal ve sömürüye tabi tutulan ülkeler ve halklar üzerinde uygulanan katliam ve soykırım herhangi bir ahlakî endişe ile durdurulmamalıydı. Onun için olası tepkilerin bertaraf edilmesi gerekiyordu. Medenileştirme etkili bir ötekileştirme aracı olarak kullanıldı.



Karl Marks, Hindistan’da on binlerce el tezgâhtarının kol ve bacaklarının çaprazlama kesilmesini ileri bir adım olarak selamladı. Aynı şekilde Friedrich Engels de Fransa’nın Cezayir’de insanlık suçu kapsamına giren bütün faaliyetlerini medenileştirme çerçevesine dâhil etti. Marks, Doğuluların acı çekmeyi bilmediklerini söyledi. Marks ve Engels, sömürgeciliğin en üst seviyeye çıktığı bir dönemde Batı’da üretilen propaganda amaçlı bilgi ve söylemleri olduğu gibi benimsedi. Dünyanın sömürgeleştirilmesi böylelikle 20. yüzyılın başında tamamlandı. Büyük savaşları kazandılar.

Büyük savaşlardan galip çıkan Batı’nın medenileştirme söylemi sömürge ülkeleri tarafından da kabul edildi. Aydınlar kendi halklarına sırtını döndü ve Batı adına konuşmaya başladılar. Onlar da Doğuluların acı çekmeyi bilmemesinden bahsettiler. Doğu’ya ya da daha genel bir ifade ile Batı dışında kalan dünyaya ait değerleri unuttular. Onlar da barbarları beklemeye koyuldu.

1990’ların başından itibaren terörizm yaftası 19. yüzyılda olduğu gibi Batı halklarını savaş ve sömürüye ikna etmek için etkili bir şekilde kullanılmaya başlandı. İşte o zaman barbarlar çıkageldi. Çok kısa bir zaman içinde bütün söylemler değişti. Hem Batı merkezlerinde hem de Doğulular arasında barbar arayışına girmek bir moda hâlini aldı. Demokrasinin ve diğer Batılı değerlerin erdeminden bahsediyordu herkes. Aydınlar yine kendi halklarına sırtını dönmüştü. Aydınların kendi halklarına sırtını dönmeye başlaması bir tarafa terör ve barbar yaftası Doğulu devletler tarafından da etkili bir silaha dönüştü. Rusya, Çin, İran ve hatta Suudî Arabistan dahi bu silahı kullandı. Bugün Suriye’de bu söylemin etkili bir silah olarak kullanılmasının sonuçlarını yaşıyoruz.

Rusya ve İran’ın İdlib’i vurmak için terör örgütleri bahanesine sarılması oldukça anlamlıdır. Rusya, Çeçenistan’da da terör yaftasına sarılmıştı. 11 Eylül 2001 saldırıları, bu fırsatı Rusya’ya vermişti. Rusya, Çeçenistan’ı baştan aşağı harabeye çevirdiği zaman “barbarlar”la aynı safta görünmemek için kimse sesini çıkarmadı. Batılı merkezler her bir düzenlemeyi terör bahanesini etkili bir şekilde kullanarak yaptı. İran, Suriyeli muhalifler için son sığınak olan İdlib’te dahi katliam peşindedir. Onlar da barbarları beklemiş. Muhaliflerin yola çıktıklarında en temel insanî hak ve hukuklarını talep etmiş olmasının herhangi bir önemi yok. Suriye rejiminin bu taleplere karşı en sert tedbirlerle karşılık vermesi de önemli değil. Barbarlar geliyor çünkü.

Devletler düzeyinde açık fırsatçılık denebilecek bu durumun herhangi bir şekilde eleştiriye tabi tutulmadan kabullenilmesi ciddî sonuçlar doğurabilir. Artık devletlerarası ilişkilerde güvenden bahsedilmiyor. Halklar düzeyinde de bu tarz hukuksuzlukların yansıması farklı olacaktır. Entelektüel düzeyde ise durum daha da vahimdir. Bugün Türkiye’de dahi FETÖ gibi Batı adına terör üreten gruplar, fikrî geleneğimizin herhangi bir kolu olarak sunuluyorsa barbar mecazının Batılılar tarafından etkili bir şekilde kullanılmasına şaşmamak gerekir.

Türkiye hakikaten insanlığın son adasıdır. Osmanlı da 19. yüzyılda insanlığın son adasıydı. Osmanlı son anına kadar bütün insanlığa umuttu ve bunun hakkını verdi. Bugün Osmanlı’nın mirası Türkiye’nin omuzlarındadır. Osmanlı, Afrika’nın derinliklerinden Asya’nın engin bozkırlarına kadar elini uzatmıştı. Bizler bugün o elin izlerini takip etmekte dahi zorlanıyoruz.

Hayret, gerçekten hayret! Afrika’nın Müslüman olmayan ulusları dahi Erdoğan’a ve Türkiye’ye sahip çıkmaktan bahsediyor. Bunun birkaç günde ortaya çıkmış bir beklenti, umut olduğunu söyleyemeyiz. Yüzlerce yıllık bir tarihin birikimiyle konuşur herkes.

Bitti denilen anda yeniden başlar her şey.

#Avrupa
#Barbarlık

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.