Yaklaşık otuz yıldır coğrafyamız yeni dönemin sorunlarını yaşıyor. Sovyetler dağıldıktan sonra Amerika, coğrafyamıza yönelik yeni bir siyaset tatbik etmeye başladı. Bu siyasetin başarılı olması için içeriden destek görmesi gerekiyordu. İçeriden destek veren unsurların çeşitliliği ve fazlalığı bizim açımızdan büyük bir sorundu. Yeni bir dönemin başladığı konusunda şüphe yoktu fakat bu dönemin nitelikleri hakkında keskin cümleler kurulamıyordu.
Amerika ve onunla birlikte hareket eden Batı, bir blok hâlinde İslam dünyasını işgal etti. Aynı zaman diliminde Bosna bütün vahşetiyle bir soykırıma uğradı. Modern zamanlarda İslam’ın merkez coğrafyasına ikinci büyük saldırıydı. Birinci Dünya Savaşı’ndaki askerî müdahale ile Osmanlı’yı saf dışına iterek yeni bir coğrafya inşa etmişlerdi. İngiltere, Fransa ve İtalya İkinci Dünya Savaşı’na kadar İslam dünyasına egemen oldular. Bu dönemde Amerika’nın sürece dâhil olmasını da unutmamak gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nda İslam dünyası kaybetti ama Batı Avrupa kazanamadı. Kısa bir zaman sonra ikinci büyük savaşın yaşanması kazananın belli olmamasındandır. Savaşın hedefinde Osmanlı coğrafyası vardı. Osmanlı mağlup oldu ama Batı’nın kazanmasına da engel oldu. Osmanlı mirasını sürdüren bölgelerde mutlak bir teslimiyet söz konusu olmadığı için Fransa, İngiltere ve İtalya’ya karşı isyanlar baş gösterdi.
Hicaz bölgesi başta olmak üzere teslimiyetçi ve işbirlikçi yerel unsurlar Batı ile yoğun temas kurmamış olsaydı durum çok farklı olabilirdi. Bazı bölgelerde İngiltere’nin desteği ile Osmanlı ordularına karşı savaşmış olmaları sadece bizim kaybımıza yol açmamış o bölgelerin kaderini de belirlemişti. Coğrafyanın teslimiyetçi ve işbirlikçi unsurları bilerek ve isteyerek İngiltere ile birlikte Osmanlı’ya karşı savaşarak bugünkü konumlarını inşa etmişlerdir. Bugün Suudî Arabistan, BAE ve Bahreyn’de Osmanlı ve Türkiye aleyhine yayımlanan yazılar, tercih edilmiş bir ihanetin günümüze yansıyan faturalarıdır. Onlar Osmanlı’dan bağımsız bir gelecek inşa etmek istediler ve bunun için de İngiltere ile birlikte hareket ettiler. Bunun adı coğrafyaya ihanetti, Arap milliyetçiliği değil.
1991’de ikinci fiilî işgal başladıktan sonra FETÖ elebaşı hemen kendi tarafını belirledi. Bu, geçmişte Osmanlı’ya ihanet edenlerin tavrından farksızdı. O da kendi geleceğini İngiltere ve Amerika ile kurmak istedi. Bosna’da soykırım başladığında FETÖ’cüler Türkiye’de belirli kesimlerin desteğini kesinlikle tasvip etmedi ve bu desteği kendilerini ortaya çıkaracak bir gelişme olarak gördüler. FETÖ de tercih edilmiş bir ihanetin içindeydi, dinî bir hareket değildi.
Arap milliyetçiliğini şekillendiren Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’ya karşı verilen mücadeledir. Bizde de İslamcılık Batı karşıtlığı ile bilinir. Suudîlerin ve FETÖ’nün Batı adına hareket etmesi emperyalizmin dönüştürücülük etkisini gösterir.
Suudîlerle FETÖ arasında irtibat kurulmasını anlaşılmaz bulanlar vardır. Bu da yepyeni bakış açılarını zorunlu hâle getiriyor. Yüz yıllık tarihi hem coğrafî derinliği hem de olayların birbirini etkileme süreçleri açısından ele almamız gerekiyor. Üçüncü bir dönemin başındayız ve yüz yıllık zamanda kurulan ilişkiler, teslimiyetçi ve işbirlikçi unsurların birlikte hareket etmesine imkan veriyor. Mursî’nin devrilme sürecinde FETÖ’cüler Suudîlerle birlik içinde hareket etmişlerdi. Geniş bir ağ kurulduğunu söyleyebiliriz.
Aynı ağın 15 Temmuz sürecinde Türkiye için de geçerli olduğunu gördük. Darbe ve İşgal Girişimi’nden sonra FETÖ’cüleri kurtarmaya yönelik faaliyetlerin gittikçe artması ve FETÖ’nün geliştirdiği dil, ağın çözülmediğini gösteriyor. Bundan daha önemli olanı ise FETÖ’nün geliştirdiği dilin farklı kesimler tarafından benimsenmesidir. Bunu tesadüfî bir durum olarak kabul edemeyiz.
Hangi gerekçe ile olursa olsun FETÖ dilinin ürettiği kavramlarla konuşmak problemlidir. Bu ülkede FETÖ’nün hiçbir şekilde meşruiyeti kalmadı. Geçmişte de yoktu. Bu yapı hiçbir zaman kamu vicdanında meşru bir hareket olmadı. Bazı yazarların, kanaat önderlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve siyasî partilerin sanki diyet borcu varmışçasına darbe ve işgal girişiminden sonra FETÖ dilini benimsediğini görüyoruz. Özellikle muhafazakâr muhalefetin FETÖ dili konusunda hassas olmadığı açıktır. Bu yenilerin de Batı ile birlikte olmak istediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Coğrafya adına verilen mücadeleyi yalnız bırakmaları veya bu mücadelenin karşısına geçmeleri kişisel hesaplarla izah edilemez. Yüz yıllık zaman diliminde yaşadığımız zihniyet dönüşümü etkili ve yaygındır. Önceleri yaşanılan değişim ve dönüşümler ideolojik tercihler bağlamında izah ediliyordu. Zaman bunun doğru ve yeterli olmadığını gösterdi. Bu da muhafazakâr muhalefet kavramının kendiliğinden ortaya çıkmadığını gösterir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.