|
Erdoğan’ın konuşmaları neden kitaplaştırılmalı?

Kuala Lumpur Zirvesi, İslam dünyasının kendi içinde müthiş bir gerilim yaşadığını gösterdi. Muhafazakâr muhalefet ve diğer odaklar bu gerilimi İslam dünyasının iç dinamikleriyle açıklayarak kendilerine göre pozisyon belirlemeye çalışsa da bu gerilimlerin şiddeti konunun basite indirgenmesini önlüyor. Çok uzun bir zaman Türkiye’nin gerçekliğinin üstünü örterek emperyal merkezlerle kurdukları ilişkileri meşru hâle getirmişlerdi. Fakat 15 Temmuz İşgal ve İstila Girişimi millî ve yerli olanla küreselciler arasındaki derin çatışmayı açığa çıkardı. Sosyal bilimlerin farklı alanlarında fikir üretenler için oldukça heyecan verici olduğunu düşündüğümüz olaylar, bir yandan yerel nitelikleriyle öne çıkarken diğer yandan da çok geniş bir coğrafyada yaşananlarla şaşırtıcı benzerliklere sahiptir. Türkiye’de FETÖ olarak isimlendirilen bağımlı unsurların Kuala Lumpur Zirvesi’nde Suud ve BAE olarak ortaya çıkması, iç dinamik dış dinamik tartışmasını gereksiz kılmaktadır. 15 Temmuz’da Türkiye’yi içeriden ele geçirmek isteyenlerle Kuala Lumpur Zirvesi’ni engellemeye çalışanların 2013’te Mısır’da bir araya gelerek Sisi’yi iktidara taşıması coğrafyanın sorunlarıyla ilgili genel bir fikir verebilir.

Suudî Arabistan, BAE ve Mısır’ın İslam dünyasında meşru bir taraf olduğunu söylemek doğru değil. Suudîler en son elli yıl önce petrol krizinde taraf olmaya çalıştı fakat Batı emperyalizminin ağır müdahalesi kralın ölümüyle sonuçlandı. Bu cinayetle siyaset alanı bir daha düzenlenmiş ve yeni düzen aradan elli yıl geçmesine rağmen devam etmektedir. Muhammed b. Salman ve Muhammed b. Zaid, Amerika ve İngiltere’nin elidir.

Türkiye özellikle 2008 krizi sonrası seçtiği yeni yolda dönüştürücü adımlar attıkça 90’lardaki müdahalelerin benzerleriyle tekrar karşılaştı. Türkiye’de entelektüel hayatı şekillendirenlerin FETÖ konusunu liberal kıstaslara sıkıştırmaları ideolojik bir perspektife işaret etmez. Bu konu da Muhammed b. Salman ve Muhammed b. Zaid örneğindeki gibi bağımlı (angaje) yapıların Batı’ya olan derin inançlarıyla alakalıdır. Millî ve yerli olmanın bir bedeli olduğunu biliyorlar ve bağımlı oldukları merkezlerin tezlerine göre hareket ediyorlar.

Erdoğan, 2013’ten itibaren Türkiye’nin maruz kaldığı her saldırıyı kelimenin bütün anlamlarıyla milletle beraber olduğu için püskürtmeyi başardı. Bu birliktelik, Türkiye’nin alamet-i farikasıdır. Muhafazakâr muhalefetin ve diğer bağımlı yapıların özellikle yerli ve millî kavramlarına karşı kullandığı yıpratıcı dil Erdoğan’ın ve Türkiye’nin dönüştürücü gücünü yok etme mücadelesine işaret eder. Erdoğan’ın 2013’te Türkiye’ye ve şahsına yönelik en güçlü saldırıların olduğu zamanlarda dahi Kuzey Afrika gezisini iptal etmemesi Türkiye’nin millî ve yerli ekseninin sınırları hakkında çok önemli işaretler verir. Bu dönemde farklı mecralarda Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar tarihî değeri bakımından çok önemli olmakla birlikte Türkiye’nin ürettiği yeni siyaset hakkında da çok şeyler söyler.

Kuala Lumpur Zirvesi’ndeki konuşmayı 2013 Kahire konuşmasıyla birlikte ele aldığımızda yeni bir yaklaşımı görebiliriz. Bu konuşmalarda Türkiye’nin yakın coğrafyasıyla ilgili tutum değişiklikleri öne çıkarken Batı ile olan ilişkilerde de yeni bir yaklaşım göze çarpar. Aynı şekilde 15 Temmuz’da Hartum sokaklarında gece sabaha kadar süren duaları Hartum Üniversitesi’ndeki konuşmada dile getirilen meselelerden ayrı düşünemeyiz.

Türkiye’nin liderleri daha önceleri de BM kürsüsünden seslenme imkânı bulmuştu. Bu konuşmalardan hiçbiri özgün değildi ve Batı’ya bağımlılık ifade etmekten öteye geçemiyordu. Türkiye’nin geçmişteki liderlerinin BM Genel Kurulu’nda yaptığı ve tarihe geçmiş bir konuşmasından bahsedemiyoruz. Bu, bizi doğrudan ilgilendiren meseleler için de geçerliydi. Başta Dünya Beşten Büyüktür konuşması olmak üzere Türkiye’nin geliştirdiği ve arkasında durduğu tezler Türkiye’nin yerel şartları ile sınırlandırılamaz. Bu konuşmalar, başta Türk ve İslam dünyasının meseleleri olmak üzere yakın coğrafyamızı ve bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Türkiye yeni bir yaklaşımı temsil ediyor ve bu yaklaşımın bütün dünyaya anlatılması lazım.

En azından son on yıllık süreç tarihî bir değere sahiptir. Her bir dönemeçte Erdoğan’ın yaptığı tarihî konuşmaların belirli bir düzen gözetilerek kitaplaştırılması birçok açıdan faydalı olacaktır. Türkiye, çok önemli işler yapıyor ama bunun geniş kitlelere anlatılamadığı açıktır. Türkiye’nin mücadelesinin kendisiyle sınırlı olmadığını bildiğimiz hâlde gerekli adımların atılamamış olmasını ciddî bir sorun olarak görmek gerekir.

#Kuala Lumpur Zirvesi
#FETÖ
#Suudî Arabistan
#BAE
#Mısır
5 yıl önce
Erdoğan’ın konuşmaları neden kitaplaştırılmalı?
Sanatçı susar mı?
Türkiye’nin 20 yıllık çabasına sallanan bıçak
Ötekine yapması gerekeni söyleme alışkanlığı
Şahit olmak
Hem ŞİÖ hem NATO nasıl oluyor?..