Din elden gidiyor mu?

04:006/08/2020, Perşembe
G: 6/08/2020, Perşembe
Selçuk Türkyılmaz

Gündemin bir anda değişmesi ve Ayasofya Camii’nin açılmasıyla ortaya çıkan durumun unutulmaya terk edilmesi önemli bir gelişmedir. Çoğu kimse caminin ibadete açılmasını, yaklaşık bir yıl önce dile getirilen aleyhte görüşlerin gölgesinde ele aldığı için gelişmeleri değerlendirmekte zorlandı. Hilafet tartışmaları, Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasını gölgede bıraktığı için ortaya çıkan durum farklı yönleriyle ele alınmadan gündemden düştü. “Din elden gidiyor” yaklaşımı, yıkılmakta olan bir medeniyetin

Gündemin bir anda değişmesi ve Ayasofya Camii’nin açılmasıyla ortaya çıkan durumun unutulmaya terk edilmesi önemli bir gelişmedir. Çoğu kimse caminin ibadete açılmasını, yaklaşık bir yıl önce dile getirilen aleyhte görüşlerin gölgesinde ele aldığı için gelişmeleri değerlendirmekte zorlandı. Hilafet tartışmaları, Ayasofya Camii’nin ibadete açılmasını gölgede bıraktığı için ortaya çıkan durum farklı yönleriyle ele alınmadan gündemden düştü. “Din elden gidiyor” yaklaşımı, yıkılmakta olan bir medeniyetin üzüntü ve çaresizliğine işaret ediyordu. Yıkılmakta olan bizim kurumlarımızdı ve din kavramı salt dini karşılamıyordu. Elbette farklı anlamlara çekildiği için din savunusu ile sınırlandığı düşünülmüştür fakat söylem, din ile ayakta duran şeylerin çökmesinden duyulan kaygıyı ifade etmekteydi. Çöküş hâlindeki bir medeniyetin nefs müdafaası elbette takdire şayandır.

İçe çekilme ya da uzlaşmanın dışında “üçüncü yol” arayışının ihya, diriliş, öze dönüş gibi kavramlarla tanımlanması İslam toplumlarına özgü bir yaklaşımdır. Öze dönüş kavramıyla ifade edilen yaklaşımları da eskiye dönüş kategorisi içine dâhil edemeyiz. Çünkü bu kavramın gösterdiği de eskiye dönüş değildir. Birbirini tamamlayan bu kavramların İslam toplumlarının kendini geleceğe taşıma ve yeniden diriliş çabalarını, “sa’y ve gayret”i işaret ediyor olması önemliydi. Din elden gidiyor söylemini diri tutanlarla sa’y ve gayret içinde olanların ayrışması kaçınılmazdı. Düşünülenin tam aksine temel çatışma din ile bilim savunucuları arasında değildi. 15 Temmuz’da FETÖ’cülerin iç işgal girişimi, din ile bilim savunucuları arasındaki çatışmaya işaret etmekten çok uzaktır. “Uzlaşmacı” gayr-i millî bir yapının bağımlılık ilişkisi çerçevesinde, yerli ve millî olan yenilikçi bir gayreti boğmak istediğini yaşayarak gördük. Bu da İslam toplumlarının bugünkü ayrışma konularını gündeme almamızı gerekli kılar.

Hilafet tartışmalarını bu çerçevede ele almak gerekir. Öze dönüş ile eskiye dönüşü birbirine karıştırmamak gerekir. Coğrafyamız yeni bir çözülmenin eşiğindeyken Türkiye, Libya’daki gelişmelere müdahale etti. Başkan Erdoğan’ın ısrarcı “sa’y ve gayret”leriyle coğrafyanın genelini saran yeni bir umuttan bahsedebiliriz. Eğer Suriye’deki yıkıntıların üzerine Libya eklenseydi, yeni bir dirilişten bahsedemezdik. Fakat bu küçük belirti bile coğrafyayı harekete geçirebildi. BAE, Suudî Arabistan ve Mısır’ın İsrail’in peşine takılarak coğrafyamızdaki hareketlenmeyi durdurmak istediği açıktır. Bunu da Arap milliyetçiliği ideolojisine sarılarak yapabileceklerini düşünüyorlar. Bunu daha önce de denediler fakat kitleleri peşlerinden sürükleyemediler, çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda da İngiltere ve Fransa’nın peşine takılmışlardı. Nasır’ın Arap coğrafyasını harekete geçirmesi antiemperyalist bir söyleme sahip olmasındandır. Coğrafyayı harekete geçiren hilafet tartışmaları ya da isteği değildi.

Türkiye doğru olanı yapıyor. İslam coğrafyası kendi gerçekliğinden hareketle çözüm arayışı içinde olduğunu gösterdi. Coğrafyayı harekete geçiren kurum değil, iradedir. Bu da “üçüncü yol” hakkında birtakım soru işaretlerini bertaraf edecektir. Eğer 1798’de Mısır’ın işgali ile başlayan süreci temel alırsak iki yüzyıldan bahsedebiliriz. Bir başkası Cezayir’in işgalini önemser ya da Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakını öne çıkarabilir. Türk ve İslam coğrafyasını işgal ve istila etmekten vazgeçmediler. 1990’larda başlayan Yeni Haçlı Seferleri’ni 15 Temmuz’da durdurduğumuzu unutmamak gerekir. Türkiye, kalbine ve beynine saplanan bıçağı söküp attığı için “şahlanma” diyoruz.

Din elden gitmiyor. Bir kaşık suda fırtına koparmanın anlamı yok. Bu sefer köhneyen yapılar bize ait değil. Coğrafyamızda iki yüz seneden fazla bir zamanda kurdukları yapılar çökecek. Batı medeniyetine inancın kaybolduğu açıktır. Salgın döneminde bunu daha açık bir şekilde gördük. Mısır’da ve Libya’da darbeci generalleri desteklediler. Buna rağmen onları Trablus’ta durdurduk. Fatih de süreklilik arz eden Haçlı Seferleri ile boğuşmuştu. Ayasofya’nın camiye çevrilmesini Haçlı ideolojisine karşı bir kararlılık göstergesi olarak yorumlayabiliriz. Bugün tekrar cami olarak hizmete alınması da bir kararlılık göstergesidir. Bu, birilerinin ısrarla vurguladığı gibi ehliyet ve liyakat eksikliğine işaret etmez.

Bugün tekrar din elden gidiyor çığlıkları atmanın anlamlı bir tarafı yoktur. Çünkü din ile ayakta duran şeylerin çökmekte olduğu bir dönemi yaşamıyoruz. Bilakis coğrafyamız yeni bir çözülmenin eşiğindeyken “kızıl elma” hayalini canlandıranların yaktığı ateşten bahsediyoruz. Daha ne olsun!

#Ayasofya
#Din
#Libya