İngiltere, 1894’te hâkimiyeti altına aldığı Kenya ve Uganda’ya Fransızları ve Belçikalıları yaklaştırmak istemez. Kolonyalist yönetimin başındaki Joseph Chamberlain, Siyonistlere hâkimiyet altına aldığı iki ülkenin bazı yerlerinde İsrail devleti kurulmasını teklif eder. Dünyanın farklı bölgelerinde cemaatler hâlinde yaşayan Benî İsrail’e Kenya ve Uganda’da koloni oluşturma teklifini Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain’ın yapmış olması önemlidir. Afrika’da Benî İsrail için koloni oluşturma fikri ortaya çıkmış fakat bu fikir, Filistin’de hayata geçirilmiştir. İngiltere için İslam dünyasının kalbi, Afrika ve Asya’nın buluşma noktası olan Filistin, koloni oluşturmak açısından daha önemli bir yerdir.
Güçlü bir devlet olan Osmanlı’nın tasfiyesinden sonra Filistin’de devletsiz toplumlarla muhatap olduklarından kısa bir zaman içinde Asya ve Afrika’nın kesişim noktasında yeni koloniler oluşturmak zor olmamıştır. Zira bölgenin yönetimi artık İngilizlerin elindedir. İngiltere, Benî İsrail için Afrika’da bir devlet kurma düşüncesinden vazgeçmiş fakat yenai koloniler oluşturmak suretiyle İsrail devletini Osmanlı ve İslam toprağı olan Filistin’de kurmaya karar vermiştir. Bunun çok daha uzun vadeli bir plan olduğu açıktır. Bu, dinî kaygılardan daha çok emperyalist bir yaklaşımdır.
İngiliz emperyalizmi kolonileştirme yoluyla Benî İsrail’e bir devlet bahşetti. İsrail’in bir devlet gibi hareket etmemesi, örgütlü bir cemaat gibi davranması devletleşme süreci ile alakalıdır. Bu süreci kendileri başlatmadılar ve daima İngiltere ve Amerika’nın desteği ile ayakta kaldılar. Fakat bizim dikkat çekmek istediğimiz husus Beni İsrail’in devletsiz bir cemaat olarak yaşamını sürdürdüğü bir ortamdan kısa zamanda devletli bir topluma dönüşmesidir. Güçlü bir devlet olan Osmanlı’nın tasfiyesi ile bölge devletsiz toplumların yaşadığı bir yere dönüşmüş ve devletsiz cemaatlere devlet olma yolu açılmıştır. Bunun başarıya ulaşmış bir model olduğunu ve İslam coğrafyasında kolonileştirme süreçlerinin Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya göre farklı işleyeceğini söyleyebiliriz.
Bu sütunda yayımlanan makalelerde Benî İsrail, BAE-Suud ve FETÖ arasındaki dayanışmadan söz etmiştik. İngiltere’nin iki yüz yıldan fazla bir zamandır Hindistan, İran, Arap Yarımadası ve Afrika üzerindeki etkisi, bahsettiğimiz dayanışmanın tesadüfî olmadığını gösterir. İngiltere’nin dinî gruplara nüfuz etme bakımından etkili bir yönteme sahip olduğu inkâr edilemez. Millî kimliğini kaybetmiş dinî grupların varlığı ve kitleler üzerindeki etkisi küresellik ve millîlik bağlamında oldukça önemli bir mesele hâline gelmiştir. 15 Temmuz’u farklı bağlamlarda ele alma mecburiyetimiz de buradan kaynaklanmaktadır. 15 Temmuz’da başarıya ulaşmış olsalardı cemaatler hâlinde yaşayan dinî gruplara Trakya bölgesinde devletleşme yolunun açılacağı konuşulmuştu. Trakya bölgesi ile ilgili meş’um planı yeni bir kolonileştirme vak’ası olarak düşündüğümüzde devletleşen cemaat yapılarının afakî bir düşünce olmadığı ortaya çıkar. Başta dinî bir cemaat olan Vahhabîliğin devletleşmesi de buna bir örnektir. Hindistan’dan Fas’a kadar çok geniş bir alanda kolonizatör olarak vazife görmeyi bekleyen yapılar olduğunu göz ardı edemeyiz. Bu coğrafyada devletler ve gruplar arasındaki çatışmaları önemsemek gerekir.
1991’de Birinci Körfez Savaşı, coğrafyamızda yeni bir işgal, istila ve kolonileştirme dönemini başlattı. Cezayir’de İslamî Selamet Cephesi belediye seçimlerinde başarılı olunca Fransa müdahalesi geldi ve devlet yapıları çökmeye başladı. Devlet yapıları zayıflarken örgütlü cemaat yapıları güçlenmeye başladı. Döneme hâkim olan liberalizmi bir de bu açıdan düşünmek gerekir. Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi kolonyalist ve emperyalist bir geçmişe sahip olan ülkelerin FETÖ’ye sahip çıkması ve diğer örgütlü yapılarla birlikte güçlü devlet yapılarını ortadan kaldırmaya yönelik çabaları, sürecin bir bütün içinde değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor.
Türkiye’nin sürekli bir şekilde çözüm ürettiği açıktır. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni dahi çözümler çerçevesinde düşünmek gerekir. Türkiye’nin yeni dönem çözüm arayışlarını ideolojik bir çerçeve içine sıkıştırmak yanıltıcıdır. Türkiye açısından ideolojiler sonrası dönemi yaşadığımızı söylememiz abartılı bir yaklaşım değil, bilakis durum tespitidir. Erdoğan’ın Türkiye ve coğrafya özelindeki faaliyetlerini de İslamcı bir çaba olarak nitelendiremeyiz.
Post-İslamcılık veya genel olarak ideolojiler sonrasını muhakkak tartışmamız gerekiyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.