|
Devlet-i ebed müddet ve bekâ meselesi

Türkiye, seçim sonuçlarının sandık ve sandıkla alakalı süreçler üzerinden tahrif edilmesini ve millet iradesinin geçersiz kılınmak istenmesini konuşuyor. Muhafazakâr muhaliflerin de dâhil olduğu bir kesim, sonuçların demokratik olgunluk çerçevesinde kabullenilmesini öneriyor. En basit bir akıl yürütmeyle sandık sayım döküm cetvellerine itiraz etmenin de bu olgunluk çerçevesinde düşünülmesi gerektiği açıkken bazı çevrelerin rahatsızlık göstermesi çok farklı anlamlar içerir. Hukukî adımlar seçim sonuçlarına netlik kazandıracak ve dayanaksız yaklaşımlar son bulacaktır. Bir taraftan da seçim sonuçları farklı açılardan ele alınmalıdır.



Seçim sonuçlarını rakamlar üzerinden yorumlamak elbette fikir verebilir. Zaten “seçmenin verdiği mesaj” başlıklı yorumların çokluğu da bu fikri arayan kişi ve çevrelerin çokluğundan kaynaklanıyor. Fakat bu türden mesaj arayışları genellemeci yaklaşımları dayatarak ayrıntıların görülmesini engeller. Hâlbuki çoğu zaman gerçek bu ayrıntılarda gizlidir.

Bu seçime kadar Erdoğan’ın ve Yeni Türkiye’nin en güçlü tarafı sandığa yansıyan millet iradesini temsil etmiş olmaktı. FETÖ Türkiye’nin en güçlü kurumsal geleneklerine darbe vuruyor. Bu örgüt, eğitim sisteminden başlayarak bütün kurumları yıprattı. Devlet içine sızarak başta güvenlik kurumları olmak üzere devlete karşı bir güven kaybına yol açtı. ÖSYM gibi yolsuzlukla alakalı herhangi bir şaibenin karşımasını hiç kimsenin arzu etmeyeceği bir kurumu dahi ele geçirilecek ve kullanılacak bir araca dönüştürdüler. Aynı örgüt şimdi de YSK üzerinden çok önemli bir darbe sürecini organize ederek millet iradesinin sandığa yansıma sürecine de gölge düşürdü. Diğer şehirlerde olup bitenler hakkında net bir şey söylemek zor fakat İstanbul’daki yeniden sayım işlemleri, kişisel hatalarla açıklanamayacak bir düzeneği ortaya çıkardı. Bu kadar büyük bir şehirde birkaç kişinin hatası, seçim sonuçlarını etkileyebilecek düzeye ulaşamaz. Örgütlü bir müdahale şüphesi artık iyice gün yüzüne çıktı. Bu, bir il veya ilçenin kimin tarafından yönetilmesi gerektiği hususunu aşan çok önemli bir meseledir. 17-25 Aralık, MİT TIR’ları ve 15 Temmuz darbe girişimlerinde olduğu gibi müdahalenin görünmez kılınması FETÖ’nün varlığını korumasına yarar. Ne yazık ki yine benzer yaklaşımlarla boğuşmak zorunda kalacağız.

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi FETÖ bir yandan devlet kurumlarını ele geçirirken diğer yandan da bu kurumlara yönelik bir güvensizlik oluşturmaya çalıştı. YSK üzerinde de benzer bir şüphe uyandırmakla devlet mekanizmasının tamamını hedef aldığını söyleyebiliriz. Hâlbuki bir devleti geçmişten geleceğe taşıyan da bu kurumsal gelenek ve hafızadır. FETÖ konusunu mağduriyet ve masumiyet parantezine sıkıştıranların müdahale edilmiş seçim sonuçlarını kabullendirmeye çalışmalarına şaşırmamak gerekir. Çökmüş bir liberal sağa hayat vermek istedikleri çok açıktır.

FETÖ’yü besleyip büyüten siyasî ortam liberal sağ ideoloji tarafından oluşturulmuştu. Bunu ellili ve altmışlı yıllar için kuvvetli bir şekilde vurgulamamızda bir sakınca yok. Hatta Demirelli yılların liberal sağ ideolojik ortamı örgütsel yapının değişim geçirmesi ve kendini yeniden üretmesine de imkân tanımıştı. Bu dönemde belirli devlet kurumlarında yapılandıkları ve hâkimiyeti ele geçirdikleri bilinmektedir. Özal’lı yılların liberal sağ siyasî ortamı da örgütün geleceğe yönelik olarak büyük bir değişim geçirmesine imkân tanımıştı. Örgütün, İzmir’in liberal sağ kimliğin öne çıktığı yıllarda doğup büyüdüğünü belirtmemiz gerekir.

AK Parti, kuruluş aşamasında sağ muhafazakâr bir tanımlamayı uygun bulmuş olsa da kurumsal kimliğin tanımlanmasında baskın olan öncülerinin müktesebatı, bu tanım ile örtüşmüyordu. Erdoğan’a en sert muhalefetin Demirel cenahından gelmiş olmasını iyi analiz etmek gerekir. Yeni kurulan parti Türkiye’yi güçlü bir şekilde geleceğe taşımalıydı. Bunun için bir uzlaşma gerekiyordu. Bu, Erdoğan’ın hem gücü hem de zaafıydı. Bağımlı yapılara da kapı aralanmıştı. Bu yapılar, devlet gücünü elinde tutuyordu. Erdoğan ise millet iradesini temsil etti ve ona dayandı. Bağımsızlıkçı bir siyaset ancak bu şekilde oluşabilir ve devamlılık kazanabilirdi. Milletin desteği sağ muhafazakâr bir uzlaşmanın eseri değildir. Erdoğan, liberal sağ veya sağ muhafazakârlığın bütün taraflara izin veren gevşek dokusunu en baştan itibaren bir kenara bırakmak zorundaydı. Çünkü bu tarz bir siyaset, bağımlı yapılar eliyle Türkiye’yi Amerika, İngiltere ve İsrail egemenliğindeki bir siyasete mecbur edecekti.

Türkiye’nin seçimi yeni bir fikir etrafında kendini yeniden inşa etmek manasına geliyordu. Türkiye yirminci yüz yılda içinde bulunduğu cendereden kendini yeniden inşa ederek çıktı. Bunun fikrî bir inşa olduğunu tekrar belirtelim. Bekâ meselesini de bu bağlamda ele almak gerekir. Osmanlı’da güçlü bir şekilde ifadesini bulan devlet-i ebed müddet fikri ile bekâ meselesinin benzerliği dikkat çekicidir.

#Türkiye
#FETÖ
5 yıl önce
Devlet-i ebed müddet ve bekâ meselesi
Bin ben vardır, bin de benden içeri
Faizler düşerken doları da patlattılar
Ülkelerin gelir grupları
Temmuz’da mahalli idarelerdeki memurların ilave ödemeleri arttı
Türkiye’ye karşı bu operasyonun bir bedeli var!