Türk heyeti Libya’dan sonra Lübnan’da da en hassas zamanda varlık gösterdi. Eğer Türkiye, en üst düzeyde Lübnan’da varlık göstermeseydi her şeyden önce son dönemdeki iddialar, gücünü yitirirdi. Libya’da Rusya, Fransa, BAE, Suudî Arabistan ve Mısır tarafından desteklenen Hafter’in Trablus’u ele geçirmesine ramak kalmıştı. Hafter güçleri Trablus’u ele geçirseydi coğrafyamız ikinci bir çözülme dönemine girecekti. İlk çözülme Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanılmıştı. Türkiye, Libya’daki sorunların son ana kadar müzakere yoluyla siyasî çözüme kavuşturulmasını savundu. Fakat Hafter ve arkasındaki güçler, siyasî çözüme yanaşmadıkları için Türkiye’nin desteğindeki UMH, fiilî olarak müdahale etti.
Son patlama ile Lübnan bir kez daha uçurumun kıyısına yuvarlandı. Hayat damarı olan limanın kullanılamaz hâle gelmesiyle huzursuzluğun giderek artacağı açıktır. Onun için Türkiye, Lübnan’da en üst düzeyde varlık göstererek Mersin Limanı’nı Lübnan’ın kullanımına açacağını duyurdu. Türkiye, Libya’da olduğu gibi Lübnan’da da son ana kadar bekledi. Beyrut Limanı’nın kullanılamaz hâle gelmesi Lübnan’ın da çözülmeye başlaması anlamını taşır. Bu sebeple Türkiye’nin tam çözülme aşamasında müdahale etmesi birçok açıdan önemlidir. Türkiye, uzun süren çekingenliği aşarak coğrafyanın meselelerine müdahale edeceğimizi göstermiş oldu.
Türkiye’nin bu tavrı sadece emperyalist güçlerin müdahalesini önlemek bakımından cesurca değildir. Geçmiş yıllarda Arap kamuoyunun hassasiyetlerini de göz önünde bulundurarak çekingen ruh hâlinden kurtulamıyordu. Osmanlı’dan sonra Arap kamuoyunda ve entelektüel ortamlarda Türkiye karşıtı milliyetçi söylem vardı. Türkiye bu söylemden etkilenmiş, bunun sahici bir kimlik olduğu düşünülmüştü. Hâlbuki manda yönetimleri ve antiemperyalist mücadelelerin beslediği Arap milliyetçiliği, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı mücadelelerle şekillenmiş bir ideoloji idi. Nasır’ın mağlubiyeti ile birlikte Ümmü Gülsüm’ün yerini Feyruz’un alması manidardır. Birinde romantik coşku, diğerinde ise acı dile getirilir. Birinde umut, diğerinde hüzün vardı. Türkiye Feyruz’un hüznünü besleyen bir kararla coğrafyadan uzaklaştı.
Macron, Fransa’nın Lübnan’ın iç işlerine karışmadığını; İran, Türkiye, Suudî Arabistan ve bölgedeki diğer güçlerin karışacağını söyledi. Macron bu ülkelerden bazılarının Lübnan halkının aleyhine kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları için Lübnan’ın işlerine karışacağını söyleyerek özellikle Türkiye’yi hedefe koydu. Macron kısaca Fransa olmasa Türkiye olacak diyor. Hâlbuki Fransa, 1920’den itibaren Suriye üzerinden bölgeye hâkim olmuş, kurduğu manda yönetimi altında coğrafyayı bölmüş, Lübnan’ı Suriye’den kopararak ayrı bir devlet hâline getirmişti. İsrail’in baskısını da göz önünde bulundurduğumuzda Lübnan hiçbir zaman huzur bulmadı. Bunun için Macron’un Türkiye’ye yönelik suçlamalarını Fransa kamuoyuna yönelik bir propaganda çalışması olarak görmek gerekir.
BAE, Suudî Arabistan ve Mısır’ın Fransa’nın yaklaşımını benimsediği açıktır. Onlar da Türkiye’yi emperyalizmle suçlayarak Türkiye karşıtlığında Fransa’yı geride bıraktı. Fransa, 19. yüzyılda benimsediği kolonyalist ideolojinin bir devamı olarak bölgesel faaliyetlerini medenileştirme misyonu ve yüce gönüllülük çerçevesine dâhil etmekte zorlanmıyor. Fakat BAE gibi varlıklarını haricî güçlere borçlu olan küçük devletlerin Arap milliyetçiliğinden dem vurması ancak konuya uzak olanlar açısından anlamlıdır. Küçük emirlikleri aynı gaye etrafında birleştirememiş bir aile, coğrafyanın tamamını kuşatacak bir ideolojinin propagandasını yaparak boyundan büyük işlerin altına girmiş oldu. BAE ve Fransa’nın birlikteliği Mısır’ı işgal ettiğinde Napolyon’un Müslümanların hamisi olarak öne çıkma isteğini hatırlatıyor. Napolyon, bir Osmanlı askeri olan Cezzar Ahmet Paşa’ya Akka’da mağlup olmaktan kurtulamamıştı.
Ümmü Gülsüm’ün romantik hayallerinin Feyruz’da hüzne dönüşmesi oldukça ilgi çekici bir değişime işaret eder. Her ikisi de Türkiye’de yankı uyandırmıştı. Arabeski kolonyalist dönemin hüznünün dile getirilmesi olarak yorumlayabilir miyiz, çok emin değilim. Fakat Feyruz’un coğrafyanın birbirinden kopuşuyla ortaya çıkan hüznü terennüm ettiği açıktır. Vatan hasretine bu açıdan bakmak gerekir. Refik Halit’in Eskici hikâyesindeki Hasan’ın vatan hasretini kolonyal dönemin sınırlarını dikkate alarak yorumlamak gerekir.
İçeride bazı çevrelerin Türkiye’yi yayılmacılıkla ya da emperyalist olmakla suçladığını biliyoruz. Onlar ne tarihimizi ne de coğrafyayı bildiklerini iddia edebilirler. Başkalarının şarkılarını söylemekten bıkmadılar.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.