ABD, İngiltere, Almanya “Doğu Akdeniz’de bir Anglosakson kolonisi” olan İsrail’i her ne pahasına olursa olsun desteklemeye devam ediyor. Bu en azından 7 Ekim’den sonra hiç değişmedi. Bu tarihten önce İsrail’i zaten destekliyorlardı fakat Batı medeniyeti algısına zarar vermek de istemiyorlardı. Bunun için ne gerekiyorsa yaptılar. Çünkü Batı medeniyetinin üstünlüğü ve Doğu’nun ya da Batı dışında kalanların geriliği gibi bir değerlendirme zemini hâlâ işlevseldi. Fakat kısa bir zaman içinde bu zemin
ABD, İngiltere, Almanya “Doğu Akdeniz’de bir Anglosakson kolonisi” olan İsrail’i her ne pahasına olursa olsun desteklemeye devam ediyor. Bu en azından 7 Ekim’den sonra hiç değişmedi. Bu tarihten önce İsrail’i zaten destekliyorlardı fakat Batı medeniyeti algısına zarar vermek de istemiyorlardı. Bunun için ne gerekiyorsa yaptılar. Çünkü Batı medeniyetinin üstünlüğü ve Doğu’nun ya da Batı dışında kalanların geriliği gibi bir değerlendirme zemini hâlâ işlevseldi. Fakat kısa bir zaman içinde bu zemin veya bağlam işlevselliğini yitirdi. Bugün Doğu’nun geriliği veya “kabahati kendimizde aramalıyız” yavelerinin alıcısı giderek azalıyorsa bu, eski değerlendirme zeminlerinin işlevselliğini yitirmesindendir. Yoksa entelektüel kategoride genel bir karşı duruştan bahsetmek kolay değil. Batı medeniyetine iman derecesinde bağlı olanların sesi hâlâ yüksek.
On yılı aşan bir süreden beri Türkiye, başta Filistin meselesi olmak üzere Anglosaksonlar etrafındaki kutsal olmayan ittifak karşısında bütün dünyaya yeni bir şey söylüyor. Türkiye’nin bu açık tutumu özellikle dışarıda çok iyi takip ediliyor. Son yıllarda Türkiye’de seçim dönemleri yaklaştığında ittifak ülkelerinin Türkiye hakkındaki görüşleri, Avrupa ve ABD’de yayımlanan dergi kapaklarına çarpıcı bir şekilde yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhine açık bir tutum sergilediler, Türkiye’yi durdurmak için içerideki unsurlarıyla birbiri ardınca müdahalede bulundular. Kanaatime göre bunların en şiddetlisi Gezi Parkı olaylarıydı. Daha o günlerde Batı’nın üstünlüğü ve Doğu’nun geriliği gibi değerlendirme zeminleri işlevselliğini yitirmeye başlamıştı. Kabahati kendimizde aramalıyız yavelerinin kısa zamanda hükmünü yitireceği ortaya çıkmıştı. Mısır’da başardılar ama Türkiye’de mağlup oldular. Bundan sonra dışarıdan müdahaleler birbiri izledi.
Takip eden olaylar elbette farklı hedeflere yönelmişti fakat bunlar tam olarak ortaya çıkarılmadı. Gezi Parkı olaylarını takip eden 17-25 Aralık müdahalesinin sonuçları da tam olarak tespit edilmemiştir. Marjinal gruplarla kurulan ilişkiler FETÖ’cülerin toplumsal olaylara katılmasına imkân tanıyordu fakat bu yöndeki tecrübe eksikliğini gidermeleri neredeyse imkânsızdı. FETÖ, yeni tip bir terör yapılanmasıydı. 2013 yazında kutsal olmayan ittifakın içerideki unsurları kaybedince oyun değiştiren hamleler birbirini takip etti. 2014’ün hemen başında MİT Tırlarına yapılan müdahale ile 17-25 Aralık’ı aynı kategoride ele almak gerekir. Türkiye’yi Suriye’de saf dışına itmek istediler ve bunu bir süreliğine bunu başardılar. Fakat o dönemde bu olayların sonuçlarından biri gözden kaçtı. Bu müdahalelerle FETÖ’cülerin aynı anda vatan, millet ve din ile son bağları da koparıldı. Artık bir daha geriye dönemeyecekler, pişmanlık dahi gösteremeyeceklerdi. O dönemde “benim” diyen hukukçuların böylesi bir ayrıntıyı görmemiş
olması esef vericidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etrafında oluşan savunma hattı çok sağlam temeller üzerinde kurulmuştu. Erdoğan ileriye doğru adım attıkça Türkiye müdahalelere maruz kaldı. İçeriden ve dışarıdan müdahalelerdeki eşgüdüm fark edilmeyecek türden değildi. ABD başkanlarının ve başkan adaylarının bu eşgüdümü açıkça ifade etmeleri dönemin alamet-i farikasıdır. Artık onlar da ifşa edilme baskısından kurtulmuşlardı. Açık müdahale dönemi böylelikle başladı. Türkiye, içeride direndikçe Anglosaksonlar ve onların etrafında oluşan kutsal olmayan ittifak üyeleri saldırgan bir tutum sergilediler. Ya direnç hatlarını çökertecekler ya da Doğu ve diğerleri karşısında konumlandırdıkları Batı medeniyeti algısının yıkılma sürecini hızlandıracaklardı. İfadenin en çarpıcı anlamıyla “irtica hortlamış”, Anglosakson üstünlüğüne dayalı eski sistemi diriltmek için her yola başvurma dönemi başlamıştı.
Batı medeniyeti algısının yerle bir olmasının en çirkin örneklerini Filistin’de görmemiz boşuna değildir. 1930’lu yıllarda yazılan kitaplarda bile Anglosaksonların aynı anda Ukrayna ve Filistin’i kolonize etme girişimlerinden bahsediliyor. Bu fütursuz isteğin karşısında 1917’den yüz yıl sonra Filistinliler için de dekolonizasyon ümidinin ortaya çıkması, onlar için, tahammülü mümkün olmayan bir gelişmedir. Bu sebeple Filistin’de de yüzlerindeki maskeyi çıkardılar. Bu çerçevede yüz yıl sonra büyük şair Akif’in resmettiği tablonun aynıyla karşımıza çıkması da boşuna değildir:
“Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise, hakkıyla sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.”