Barbarlık Avrupa’yı istila ediyor

04:0025/11/2024, Pazartesi
G: 25/11/2024, Pazartesi
Selçuk Türkyılmaz

Almanya’nın İsrail’e koşulsuz desteği, uzunca bir süre, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Holokost hadisesi ile ilişkilendirilmişti. Gerçi Siyonizm’in gelişim süreci üzerine çalışanların hemen fark edeceği gibi Almanlar, Hitlerden çok önce İsrail’in bir koloni yapı olarak ortaya çıkışını güçlü bir şekilde desteklemişti. Fakat bu gerçek benzerleri gibi Siyonist propaganda karşısında hükümsüz kılınmış, “Yahudi gücü” ön plana çıkmıştı. Böylelikle belirli güç merkezlerinin her şeye gücünün yettiği algısı

Almanya’nın İsrail’e koşulsuz desteği, uzunca bir süre, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Holokost hadisesi ile ilişkilendirilmişti. Gerçi Siyonizm’in gelişim süreci üzerine çalışanların hemen fark edeceği gibi Almanlar, Hitlerden çok önce İsrail’in bir koloni yapı olarak ortaya çıkışını güçlü bir şekilde desteklemişti. Fakat bu gerçek benzerleri gibi Siyonist propaganda karşısında hükümsüz kılınmış, “Yahudi gücü” ön plana çıkmıştı. Böylelikle belirli güç merkezlerinin her şeye gücünün yettiği algısı inşa edildi. Bu algı oldukça sorunlu bir zihin yapısını şekillendirdi. Gazze soykırımının başladığı günlerden itibaren Batı dünyasıyla ilgili kanaatlerimiz bu algının etkisindeydi. Almanların Holkost’un ezikliğini yaşadığı düşünülüyor, genel olarak Batı dünyasının antisemitizm ile malul olduğuna inanılıyordu.

7 Ekim’den sonra birçok şey değişti. Bu çerçevede Batı dünyasının İsrail’e desteğinin antisemitizm günahı ile alakalı olmadığı da belirginleşti. Bunun yeni fikirlere yol açacağı elbette çok açık fakat değişimin ne kadar anlaşıldığını tespit etmek kolay değil. Batı dünyasında özellikle Almanya’nın tutumu da iyice netleşti. Onların da antisemitizm günahından dolayı ağlama duvarında günah çıkarmadığı anlaşıldı. Bu fikirleri ileriye doğru taşıdığımızda İsrail’in ortaya çıkma sürecinin Yahudi ilahiyatıyla izah edilemeyeceği de aşikâr oldu. Hakikatte İsrail, yerleşimci kolonyalist bir yapı olarak İngiltere, ABD ve Almanya tarafından inşa edilmiş, birçok Avrupa ülkesi buna destek vermişti. Dikkat edilirse Macaristan gibi bir Avrupa ülkesi Siyonizm’e eklemlenmekte ve yerleşimci kolonyal bir yapının soykırım suçlarını desteklemekte hiç zorlanmadı. Bu durumu ne doğrudan Yahudi gücü ne de antisemitizm günahı açıklayabilirdi. Bu karmaşık durumdan dolayı 7 Ekim’den sonra yerleşimci kolonyalizm üzerinde daha fazla durmamız gerektiği anlaşılıyordu.

Almanya’nın İsrail’e koşulsuz desteğini Alman akademisyenlerin de fark etmesi kaçınılmazdı. Fakat bu yönde sarsıcı bir ses duyulmadı. Tam aksine Jürgen Habermas gibi dünyaca meşhur filozoflar bütün felsefî geçmişini ve birikimini Siyonistlerin önüne seriverdi. Bu iç karartıcı durum Türkiye’de ne kadar fark edildi bilmiyorum fakat dünya görüşü itibarıyla Batılı temeller üzerine inşa edilmiş binalar boşlukta sallanmaya başladı. Bir zamanlar sırtını Batı’ya dayayarak suçlayıcı bir dil ile Doğu’ya parmak sallayanların aslında boşlukta durdukları anlaşılıyordu. Bunu ontolojik ve epistemolojik bir sorun olarak görüp görmeyecekleri elbette kendini Batı’ya göre inşa edenlerin meselesidir fakat Batı’nın çöküşü hakikaten bir mecaz olmaktan çıktı. Batı, elbette bütün değerleriyle çöküyor.

Yerleşimci kolonyalizm bir yapıdır. Kolonyalistlere göre bu yapı barbarlar ve medeniler arasındaki zıtlık üzerine bina edilmiştir. Fakat yine de Batı dünyasının hepten çökmüş olacağını düşünmememiz gerekir. Nitekim Middle East Eye dijital medya platformunda yerleşimci kolonyalizm çerçevesinde oldukça nitelikli analizler yayımlandı. Ülkemizde de tanınan ve eserleri ilgiyle takip edilen Ilan Pappe gibi Yahudi kökenli entelektüeller de İsrail’in soykırımını yerleşimci kolonyalizm bağlamında izah ettiler. Aynı platformda Jürgen Mackert’in This is not Holocaust guilt – it’s entrenched German racist superiority (Bu Holokost suçluluğu değil - yerleşik Alman ırkçı üstünlüğüdür) başlıklı makalesinde de Almanya’nın İsrail’e koşulsuz desteği yerleşimci kolonyalizm bağlamında analiz edildi. O da Almanların ırkçı pozisyonuna dikkat çekti.

Jürgen Mackert’in makalesinden ayrıntılı olarak bahsetmek isterim fakat şimdilik sadece medenî suçlarla ilgili tespitini değerlendireceğim. Mackert da Batı fikir dünyasında hüküm süren medenîler ve barbarlar ayrımına dikkat çekiyor. Fakat Mackert, Alman parlamenterlerin İsrail’in medenî suçlarını görmezden geldiği üzerine duruyor. Yerleşimci kolonyalizmde medenîler yerlilerin topraklarında yayılırken etnik temizlik yaparlar ve bunu suç olarak görmezler. Çünkü yerlileri ortadan kaldırırken aslında Batı uygarlığını oraya taşıdıkları için yerliler onlara minnet borçludur. Fakat bu sefer medenîler tarafından inşa edilen UCM Filistin’de işlenen soykırımı medenî suçlar kategorisine dâhil etti. Mackert, Alman parlamenterlerin İsrail’e desteğinin temelinde Alman ırkçılığının yattığını söylüyor. Yani onlara göre İsrailliler de beyaz adamdır. Almanya açıkça medenî kurumları da yok sayıyor.

Jürgen Mackert, Siyonistlerin “medenî savaş suçları” karşısında Alman parlamenterlerin harekete geçmediğini söylüyor. Makalede Claude Levi-Strauss’tan alıntılanan şu cümle de çok çarpıcı: Barbar, her şeyden önce barbarlığa inanan insandır.

#avrupa
#politika
#Selçuk Türkyılmaz