“Kabahati kendimizde aramalıyız” ifadesi, aslında ideolojik bir düşünceyi yansıtır ve eğer bu cümle tarihsel bağlamı içinde değerlendirilirse hangi tutumlara karşılık geldiği ortaya çıkarılabilir. Bu cümle yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih içinde Batı Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizde karşılaştığımız sorunlar veya daha genel manada Türk ve İslam dünyasının Batı karşısında “gerilemesi”yle ilgili meselelerde ideolojik bir tutumu yansıtacak şekilde karşımıza çıktı. Cümlenin yaygın bir düşünme biçimini
“Kabahati kendimizde aramalıyız” ifadesi, aslında ideolojik bir düşünceyi yansıtır ve eğer bu cümle tarihsel bağlamı içinde değerlendirilirse hangi tutumlara karşılık geldiği ortaya çıkarılabilir. Bu cümle yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih içinde Batı Avrupa ülkeleriyle ilişkilerimizde karşılaştığımız sorunlar veya daha genel manada Türk ve İslam dünyasının Batı karşısında “gerilemesi”yle ilgili meselelerde ideolojik bir tutumu yansıtacak şekilde karşımıza çıktı. Cümlenin yaygın bir düşünme biçimini yansıttığını söyleyebiliriz. Temelde Müslümanların kayıplarıyla ilgili bir değerlendirme cümlesidir ve aynı zamanda bir çıkış arayışına da tekabül eder. Bu da sözü edilen düşüncenin hangi kaynaklara dayandığı sorusunu akla getirir.
Tanzimat Fermanı farklı yönlerden incelenmiş bir metindir ve muhtemelen uzunca bir dönem daha önemini kaybetmeyecektir. Kanaatime göre “kabahati kendimizde aramalıyız” cümlesini de Tanzimat Fermanı’na dayandırabiliriz. Osmanlı devlet adamları ve fikir insanları tam olarak ne düşündüler sorusunu cevaplamak benim için kolay değil fakat sorunun İslam’da değil, Müslümanlarda olduğunu ileri sürmeleri dönemine göre oldukça değerli bir tutuma işaret eder. Ortaya çıktığı dönemde oldukça etkileyici bir ifadeydi. Hem kendi dönemini hem de sonraki dönemleri derinden etkiledi. Bu cümlenin Batı Avrupa yayılma ideolojileri karşısında mühim bir ideolojik hatta işaret ettiğini düşünebiliriz. İnancından şüphe eden insanların belirli zümrelerle sınırlı kalması bu ideolojik hattın değerini gösterir. Batı’da kilisenin ve dinin çok fazla kan kaybettiği bir ortamda Müslüman Doğu’nun inancına sıkı sıkıya sarılması sıradan bir olay değildir. Yayılmacı ideolojilerin şiddeti kırılmıştı. Tanzimat Fermanı’nda kayda geçirilen düşüncenin dönemin ruhunu anlamak bakımından oldukça önemli olduğunu söyleyebiliriz. Batı Avrupa’nın yayılmacı ideolojileri karşısında kendinden şüpheye düşenlerin azınlıkta kalması büyük bir başarıdır. Bugün sokakta bir anket çalışması yapılsa herhâlde çoğunluk hâlâ “kabahati kendimizde aramalıyız” derken yayılmacı ideolojiler karşısındaki konumundan hareket edecektir. Ortaya çıkan tutum neredeyse bütün toplum kesimleri tarafından benimsenmişti.
“Kabahati kendimizde aramalıyız” bir savunma ideolojisi olarak son dönemlere kadar varlığını sürdürse de cümlenin anlam değişimine ve genişlemesine uğradığını da tespit etmek durumundayız. Düşünce tarihimizde Namık Kemal ile başlatabileceğimiz bir Batı eleştirisi geleneği vardır. Bu gelenek son dönemlerde Edward Said gibi oryantalizm eleştirisini sistemli hâle getiren çevrelerin yaklaşım biçimleriyle önemli bir açılım yakalamıştır. Aynı şekilde Namık Kemal geleneği geçmişte farklı düşünce hareketleriyle de buluşabilmişti. Örneğin Marksist ve milliyetçi hareketlerin Batı eleştirisinde sunduğu sistemli çerçeveler de bu bağlamda değerliydi. Uzun bir geçmişin birikimini yansıtan Batı eleştirisinin farklı düşünce hareketleri ve oryantalizm eleştirisi gibi sistemli yaklaşımlarla çok daha üretken bir mecraya girme ihtimalini yabana atmamak gerekir. Fakat bu yöndeki gelişmeler karşısında içeriden çok güçlü bir direnç hattının inşa edildiğini de görmek gerekir. Son dönemde özellikle “dış güçler” kavramına yöneltilen eleştirileri ciddiyetle takip etmek gerekiyor. Bunlara göre “dış güçler” söylemi, kendi kabahatlerimizi başkalarına yükleme isteğinden doğmuştur. Bunun yerine kendi kabahatlerimize odaklanmalı, onları ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Bu yaklaşımın Tanzimat Fermanı’na yansıyan düşünme biçiminden uzaklaşmayı temsil ettiği çok açıktır. Tanzimat Fermanı ile ideolojik bir savunma inşa edilirken bu yeni yaklaşım ile Batı eleştirisi gündemden düşmelidir.
Batı Avrupa yayılma ideolojileri karşısında bir savunma hattı inşa edilmek istendiğinde son derece dinamik bir tutumun geliştirildiğini görebiliriz. Bu dinamik tutum daha sonraları başka alanlara da sirayet etmiştir. Teknoloji ve ahlak arasındaki ayrımı da bu çerçevede anlamlandırabiliriz. Bu ayrımda ahlakın ideolojik bir tutuma karşılık geldiği çok açıktır. Günümüzde Batı eleştirisinin sistemli hâle getirilmesiyle esasen ideolojik bir çıkış yapılacağını düşünebiliriz. Bu açıdan dış güçlere yönelik eleştirileri cümlenin sıradan manasıyla sorumluluktan kaçmak olarak görmemek gerekir. Tam aksine sorunların kaynağında tespiti ile eleştirel tutum çok daha üretken bir düşünme biçimine kavuşacaktır. Zira sorunların kaynağında tespit edilmesiyle çok daha nesnel bir değerlendirme zemini oluşacaktır. Muhtemelen bu da ideolojik tutuma açılım kazandıracak ve bağımlılık ideolojilerinin alanını daraltacaktır.
Başta Filistinliler ve Doğu Türkistanlılar olmak üzere bütün İslam âleminin bayramı mübarek olsun.