BAE’nin Sudan’dan toplayacağı milis kuvvetleri Libya’da Türkiye karşıtı cephede savaşacak

04:0011/07/2019, Thursday
G: 11/07/2019, Thursday
Selçuk Türkyılmaz

1990’ların başından itibaren Akdeniz’i kuşatan İslam ülkelerinde yeni bir kuşağın iş başına gelme ihtimali belirginlik kazanmıştı. Bu kuşağı genel olarak bir ideolojik çerçeve içine dâhil etmek ne kadar doğrudur bilemiyorum fakat bunların kendilerini İslâmî hareketlerle özdeşleştirdiklerini söyleyebiliriz.Bu dönemi genel anlamda bir uyanış hareketi olarak tarif etmek doğru değildir çünkü temsilcileri yönetimde söz sahibi olmaya adaydı. Cezayir’de ve Bosna’da siyasî partiler iktidar olma yolunda

1990’ların başından itibaren Akdeniz’i kuşatan İslam ülkelerinde yeni bir kuşağın iş başına gelme ihtimali belirginlik kazanmıştı. Bu kuşağı genel olarak bir ideolojik çerçeve içine dâhil etmek ne kadar doğrudur bilemiyorum fakat bunların kendilerini İslâmî hareketlerle özdeşleştirdiklerini söyleyebiliriz.


Bu dönemi genel anlamda bir uyanış hareketi olarak tarif etmek doğru değildir çünkü temsilcileri yönetimde söz sahibi olmaya adaydı. Cezayir’de ve Bosna’da siyasî partiler iktidar olma yolunda büyük ilerlemeler kaydetmişti. Bunun yeni bir siyasî dip dalga olduğu konusunda hiç şüphe yoktu. Tunus, Mısır ve Filistin’de İslamcı hareketler uyanış döneminin geride kaldığını gösteriyordu. Aynı durumun Türkiye için de geçerli olduğu aşikârdı. Batı Avrupa ülkeleri, Amerika ve İsrail sürece açıkça müdahale etti ve bu coğrafyada yeşeren umutları söndürmeyi başardılar. Geride kalan otuz yılın büyük yıkımını yaşayarak gördük.

Osmanlı’nın parçalanması sürecinde Vahhabîlik hareketinin meşrulaştırıcı bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde Arap asabiyetine dayalı kimlikçi yaklaşımlar da Batı emperyalizmi açısından kullanışlı bir araca dönüşmüştü. Osmanlı’nın ötekileştirilmesi ile İngiliz emperyalizminin başarısı arasında doğrudan bir ilişki vardı. Sekülarizmi temsil eden Arap aydınları ile Vahhabî hareketi içinde yer alan aşiretlerin Osmanlı karşıtlığı birbirinden farklı gerekçelere dayanıyordu. Bu hareketlerin haricî yönlendirmeye açık olduğu görülmüştü. Zaman içinde benzer niteliklere sahip olan farklı dinî yapıların ortaya çıkması haricî müdahaleleri gösterir. Coğrafyanın en önemli zaafının fikrî yönlendirme olduğunu görmemiz gerekiyor. Mısır’da Urabî Paşa ve Sudan’da Mehdî Hareketi bahsettiğimiz sorunları gösterir örneklerdir. Her iki harekette Osmanlı karşıtlığı ortak özellikler arasındaydı. DAEŞ gibi oluşumların FETÖ ile birlikte Türkiye karşıtlığında birleşmiş olmasını önemsemek gerekir.

Bugün İslam coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudî Arabistan tarafından yeni bir eksen oluşturuluyor. Bu eksende Mısır’ın da önemli bir role sahip olduğu anlaşılıyor. Aynı şekilde eksenin oluşumunda Amerika, İngiltere, Fransa ve İsrail’in etkisini görmek çok da zor değil. BAE ve Suudî Arabistan’ın coğrafyamızda büyük yıkımlara yol açabilecekleri anlaşıldı. İsrail ile anlaşma konusunda da hiç tereddüt göstermediler. Kral Abdülaziz bin Suud’un Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasında çok büyük rolü vardı. Onun bıraktığı kötü miras İslam coğrafyasının birçok bölgesini kapsıyor.

Salı günü Yeni Şafak’ta yayımlanan bir haber yazısında “Birleşik Arap Emirlikleri’nin Sudan’da askerî darbe sonrasında öne çıkan Askeri Geçiş Konseyi (AGK) Başkan Yardımcısı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu Hmidti ile Sudan’dan milis gruplarının Trablus’u ele geçirmek için nihai savaş için getirilmesi yönünde anlaştığı” belirtilmiş. Yazıda geçen “milis kuvvetler” ile DAEŞ türü terör gruplarının kastedildiğini anlamak için uzman olmaya gerek yok. BAE, Sudan’a para gönderecek ve oradaki sivil toplum örgütleri aracılığı ile İslam’ı kullanarak Libya’daki meşru hükûmete karşı Halife Hafter’in yanında savaşmaları için adam toplayacak. Toplanan bu adamlar İslam için savaştığını zannedecekler ama Türkiye’nin de desteklediği hükümet kuvvetlerine karşı kullanılmış olacaklar. Bunun fikrî zaaflarımız açısından yeni bir örnek olduğunu görmek zor değil.

Sivil toplum örgütleri eliyle adam toplanılması yabancısı olmadığımız bir duruma işaret ediyor. Türkiye’de de dinî ve dinî olmayan örgütler eliyle adam toplandığını ve bunların kısa bir zaman içinde dönüşüme uğratıldığını biliyoruz. Yeni Şafak’ta yayımlanan haber yazısı, afakî bir durumu anlatmıyor. FETÖ gibi lanet yapıları her tarafta görebiliyoruz. 15 Temmuz’dan sonra bile FETÖ’ye kol kanat geren geniş bir çevre olduğuna göre fikrî zaafların derinliğinden endişelenmek gerekir.

Yirminci yüzyılda inancı kurtarmak için harekete geçtiğini söyleyen maneviyatçı yapıların fikrî zaafları önemli bir sorundu. Bu hareketlerin ne tür gelişmelere maruz kalacağı önemli bir soruydu. Sorunun kanaat önderleri tarafından önemsenmediğini biliyoruz. Zaafların tehdide dönüşmesi yeni bir durum değil. Yüz elli yıldır benzer maceraları yaşıyoruz. Batı emperyalizmi açısından kullanışlı araçlara dönüşen yapılarımız var. Hem fikir hem de fikrin temsilcisi olan yapılar, emperyalizmin kullanışlı araçlarına dönüşebiliyor. Emperyalizmin başarısı ile Türkiye’nin ötekileştirilmesi arasında da doğrudan bir ilişki vardır.

#Akdeniz
#BAE
#Sudan
#Libya