Türkiye çok uzun zamandan beri PKK gibi yapıların faaliyetlerini terör kapsamında değerlendiriyor ve kendini bu tanıma göre konumlandırıyor. Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımı ve sorunu bertaraf etmek için aldığı önlemeler oldukça nettir. Kuşkusuz bugün, FETÖ gibi yapılarla ilgili olarak da benzer bir netlikten bahsedebiliyoruz. Ne yazık ki Türkiye’nin FETÖ gibi bağımlı yapılarla ilgili netliğe ulaşması çok daha uzun bir zamanda mümkün olabildi. Burada çok önemli olduğunu düşündüğüm bir soruyu gündeme getirmek istiyorum: FETÖ’nün bir terör örgütü olarak tanımlanmasındaki güçlük dine dayalı bir yapı olmasından mı kaynaklanmıştı yoksa bir analiz yönteminin olmamasından kaynaklanan sorunlarla mı boğuştuk. Eğer dine dayalı yapılarla ilgili bir yöntem sorunumuz olsaydı PKK gibi dinle doğrudan ilişkili olmayan yapılar hakkında daha kapsayıcı ortak kanaatlerimiz olabilirdi. Her iki yapının ve benzerlerinin ABD ve Avrupa ile ilişkileri eskiye göre çok daha açık olmasına rağmen ilgili tarafların tutumunda bir değişiklikten bahsedemiyoruz. Hatta bu türden yapıların etki alanlarını genişlettiği ve birbiri içine girmekte zorlanmadığı dönemler de yaşadık. Dolayısıyla kullanışlı bir analiz çerçevesinin ve değerlendirme modelinin olmadığını söyleyebiliriz.
FETÖ’nün din ile ilişkili olduğunu ve bunun etkinlik alanını kısa zamanda genişletmesine imkân tanıdığını göz ardı edemeyiz. Fakat din etkisi, bağımlı yapının “dış güçler”le ilişkisine kendi başına meşruiyet kazandırabilir mi? Eğer öyle olsaydı etnik, mezhebi ve ideolojik kimlikleri öne çıkan yapıların dış güçlerle ilişkisinin çok daha karmaşık olması gerekirdi. Ne yazık ki birtakım din dışı (ladinî) kimliklerden beslenen bağımlı yapılar da siyasî beklentilerini küresel ilişki ağlarının etki alanına taşıyabilmektedir. Cehalet veya bilinçsizlik kavramlarını açıklayıcı bir gerekçe olarak ortaya sürmenin faydası yok çünkü herhangi bir yapı içerisinde yer almanın bilinçli olmakla eşdeğer tutulduğunu, toplumsala ilgi duyan hemen hemen herkes bilir. Marks’ın yanlış bilinç kavramı da izah edici olamaz. Kur’an ve hadislerde “dostluk”la ilgili hükümler gayet anlaşılır bir şekilde ifade edilmesine rağmen FETÖ’cüler Türk ve İslam coğrafyasının imkânlarını yabancıların önüne sererken çok da iştahlı idiler. Din istismarı çok açıktı fakat hem örgüt elemanlarının hem de daha sonraları bilerek örgütün nüfuz alanına dâhil olanların yabancılarla açık ilişkiyi görmemeleri mümkün değildi. Bu, PKK gibi bağımlı yapılar için de geçerlidir. ABD ve Avrupa devletleri İran sınırından Doğu Akdeniz’e uzanan bir koridorda terör devleti kurabilmek için adeta bütün dünyanın gözleri önünde birçok noktada silah depoları inşa etti. Buna rağmen farklı gerekçelerle yabancı güçlere dayanmanın sorun olarak görülmediği çok açıktı.
Dinî ve lâdinî bağımlı yapılar hem örgütlü ilişkiler kuruyor hem de silahlanıyor ama etkinlik alanı geniş çevreler Batı Avrupa ülkelerinin geliştirdiği kavramlarla oluşturulan analiz çerçevelerini kullanmakta bir sakınca görmüyor. Avrupamerkezci bakış açısıyla kast edilen de böyle bir durumdur. Din adamı kimliğini kazanmış ve bütün ömrünü dinî meseleleri izah etmeye adadığı izlenimi veren bir şahsın Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını dine aykırı bulması oldukça önemlidir. Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını ısrarlı bir şekilde dinî bir mesele olarak sunuyor ve ondan sonra da dine aykırılığı izah edebilmek için dinî kavramları kullanıyor. Hâlbuki Ayasofya’nın camiye çevrilmesi en başından itibaren egemenlik meselesi olarak görülmüştür. Egemenlik kavramının siyasî bir anlama sahip olduğunu herhalde bilmeyen yoktur. Şahsın da açık bir siyasî tutum içinde olduğuna şüphe olmaması gerekir. Üstelik Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasının egemenlik haklarıyla ilgili bir sorun olduğu konusunda Türkiye’de ortak bir kanaat vardır. Dinî kavramlar ya da geçmişte olduğu gibi kültür, sanat ve tarih alanını ilgilendiren kavramlar bu meselenin siyasî niteliğini gizleyemez.
Siyasî kimlikli kişi ve çevrelerin ahlâkî çöküşü de gündeme gelebilir. Fakat bunun bir analiz çerçevesi olması başka bir durumdur. Ehliyet ve liyakat gibi ahlâkî sorunların ABD ve Avrupa ülkeleriyle kurulan örgütlü ilişkilerin karşısına konulması oldukça yeni bir bilinç durumdur. Egemenlik haklarını ilgilendirdiği için ileri düzeyde siyasî olan bir meseleyi dinî alana çekebilmek için de ne yaptığını bilmek gerekir. Dinin ya da diğer kimliklerin sadece bir araç olarak kullanıldığı çok açıktır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.