Orta Çağ, Aydınlanma döneminde ortaya çıkan fikirleri yansıtabilecek en önemli kavramlardan biridir. Aydınlanma dönemi filozoflarının fikir dünyası üzerinde çalışanlar, eğer öğrenci pozisyonundan kurtulmazlarsa dönem hakkında fikir yürütürken belirli şablonların dışına çıkamayacaklardır. Bu da Orta Çağ kavramının temsil ettiği dönem hakkında farklı fikirlere geçit vermeyecektir. Bugün Türkiye’de hâlâ Orta Çağ karanlığı gibi Aydınlanma dönemi kavramlarının yaygın bir şekilde kullanılması farklı fikirlere
Orta Çağ, Aydınlanma döneminde ortaya çıkan fikirleri yansıtabilecek en önemli kavramlardan biridir. Aydınlanma dönemi filozoflarının fikir dünyası üzerinde çalışanlar, eğer öğrenci pozisyonundan kurtulmazlarsa dönem hakkında fikir yürütürken belirli şablonların dışına çıkamayacaklardır. Bu da Orta Çağ kavramının temsil ettiği dönem hakkında farklı fikirlere geçit vermeyecektir. Bugün Türkiye’de hâlâ Orta Çağ karanlığı gibi Aydınlanma dönemi kavramlarının yaygın bir şekilde kullanılması farklı fikirlere geçit verilmemesinin baş sebebidir. Hâlbuki bugünkü Avrupa Orta Çağ olarak bilinen bu uzun dönemde şekillenmişti. Tabiri caizse Avrupa’nın çocukluk dönemi Orta Çağ’dır ve onlar için bu dönem hiçbir zaman kaybolmayacaktır. Ne zaman çocukluk dönemine inmek isteseler muhakkak Orta Çağ’a bakacaklardır. O zaman Avrupa kavramının kuşatıcı bir kimlik olarak çok yeni olduğu daha iyi anlaşılır.
Norbert Elias, kültür ve uygarlık arasındaki farkı kolonyal yayılmacılık ekseninde tartışmıştı. Avrupa’da milliyetçilik kavramı aynı eksende tartışılır. Aydınlanma filozlarının fikirlerini kolonyal yayılmacılık dönemi bağlamında açıklamak herhalde ufuk açıcı olacaktır.
Neredeyse bütün tanımlamalar aksi yöndeki fikirleri ifade etse de Avrupa fikri çok sağlam temeller üzerine inşa edilmemiştir. Bugün bunu çok daha iyi görüyoruz. Anglosakson, Norman, Germen, Slav, Grek ve Latin kavramalarının daha fazla öne çıkacağı bir döneme doğru gittiğimiz çok açıktır. Avrupa kavramı emperyal bir vizyonu yansıtmaktaydı. Kendi içinde birbiriyle rekabet eden ve uzun savaşların sonunda mutabakatlarla belirlenen merkezler vardı. Bu merkezleri aynı kategoriye dâhil etmek kolay değildi. On dokuzuncu yüzyılda en önemli merkez Londra idi. Avrupa Birliği gibi oluşumları da bu merkezlerden birinin hâkimiyeti çerçevesinde anlamak gerekir. Yahudi-Hıristiyan medeniyeti kavramı sorgulamadan muaf değildir. Hem Avrupa Birliği hem Yahudi-Hıristiyan medeniyeti Anglosakson imzasını taşır. Bunların dönemine göre kuşatıcı kavramlar olarak sunulması şaşırtıcıydı. Yahudi-Hıristiyan medeniyeti kavramı bugün hâlâ sorgulanmamaktadır.
ABD ve İsrail Yahudi-Hıristiyan medeniyetlerinin uzlaşmasının bir sonucu mudur yoksa bu iki kolonyal yapı Anglosakson emperyalizminin başarı hanesine mi yazılmalıdır? Bu sorunun ciddiyetle tartışılması gerekir. Bu iki kolonyal devlet, Anglosakson yayılmacılığının eseridir ve kendi içinde birçok ortak özelliğe sahiptir. İkisi de Anglosaksonların yerleşimci kolonyalizminin bütün özelliklerini üzerinde taşımaktadır. İkisi de yayılmacıdır ve başarılarının temelinde etnik temizlik vardır.
Türkiye’den çıkarak ABD’de ünlenen birtakım iktisatçılar uzun dönem Batı veya Avrupa’nın başarısı üzerinde durduklarında, özellikle ABD’yi izah ederken kuşatıcılık kavramını kullanmıştı. Bu kavrama yüklenen anlam ayrıca tartışılmalıdır fakat bu iktisatçıların hiçbiri ABD ve İsrail’i kolonyal yayılmacılık bağlamında ele almadı. Bu sebeple bu yapıların etnik temizlik üzerine bina edilmesini görmezden geldiler. O toprakların asıl sahiplerinin ortadan kaldırılması ile kuşatıcılık arasında her hangi bir anlam ilişkisi kurmadılar. Bu çerçevede Yahudi ve Hıristiyan karşıtlığını yok saydıkları gibi Hıristiyan Siyonizmi gibi kavramları da tartışma konusu hâline getirmediler.
Yayılmacılık dönemlerinin başarısını açıklamakta kullanılan kuşatıcılık gibi kavramların emperyal doğası üzerine düşünülmediği için Anglosakson imparatorluğunun sınırları üzerinde de durulmamıştır. İsrail’in sınırlarının net bir şekilde çizilmemesinin sebebi de sınırsız yayılma isteğidir. Coğrafî sınırları başarı durumuna göre belirlemişlerdi. Engel çıkana kadar genişlemeye devam ettiler. Kimlikler de kazanma durumuna göre şekillenmişti. Bütün sistem kazanma üzerine kurulmuştu. Bu, Yahudi-Hıristiyan medeniyeti gibi gerçeğe dayanmayan tasarımlar için de geçerlidir. Onların geçerliği de başarının devamına bağlıdır. Belki şaşırtıcı gelebilir fakat 15 Temmuz’da FETÖ’cülüğün de sürekli başarı üzerine kurgulandığı anlaşılmıştı.
Anglosakson ve İsrail yerleşimci müstemlekeciliği çok açıkça etnik temizlik üzerinde yükselmişti. İktisat tarihçileri başarı ile tam olarak ne kast ettiklerini açıklığa kavuşturmadıkları için etnik temizlik belirsizliğe mahkûm edildi. Hâlbuki sistemin güçlü ve zayıf yönlerini belirsiz bırakılan bu niteliğinde aramak gerekiyordu. Bu İsrail için de geçerlidir. Mahallî direnç kırılamadığı için küresel sorgulama başladı. İngiltere, ABD ve İsrail’in ölçüsüz saldırılarını bu çerçevede anlamak gerekir. Bu defa onlara sınırı başkaları gösterdi.