Amerika’nın Venezuela’daki başarısızlığı neden rahatsızlık yarattı?

04:006/05/2019, Pazartesi
G: 6/05/2019, Pazartesi
Selçuk Türkyılmaz

Sovyetler’in dağılmasından sonra “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ortaya atılmıştı. Bu yeni kavramın Amerika’nın ve Batı’nın galibiyetini, hâkimiyetini kutsamaktan başka bir anlama gelmediği anlaşılıyordu. Yeni dönemde Batı Avrupa, ABD ve İsrail’in çıkarlarına tartışılmazlık statüsü verildi.Fakat her şeye sahip olmalarına rağmen kavramın işaret ettiği yeni düzeni kuramadılar. Hâlbuki ABD öncülüğünde kurulması düşünülen yeni düzenin önünde herhangi bir engel yoktu. Çok kısa bir zaman içinde Batılı değerlerin

Sovyetler’in dağılmasından sonra “Yeni Dünya Düzeni” kavramı ortaya atılmıştı. Bu yeni kavramın Amerika’nın ve Batı’nın galibiyetini, hâkimiyetini kutsamaktan başka bir anlama gelmediği anlaşılıyordu. Yeni dönemde Batı Avrupa, ABD ve İsrail’in çıkarlarına tartışılmazlık statüsü verildi.



Fakat her şeye sahip olmalarına rağmen kavramın işaret ettiği yeni düzeni kuramadılar. Hâlbuki ABD öncülüğünde kurulması düşünülen yeni düzenin önünde herhangi bir engel yoktu. Çok kısa bir zaman içinde Batılı değerlerin kapsayıcı olmadığı, adalet ve hakkaniyet gibi bir idealle hareket etmedikleri hemen anlaşıldı. Klasik sömürgecilik uygulamalarına dönüş anlamına gelen birçok emare söz konusuydu. Amerika bütün dünyaya hâkim olmak istedi. Yandaşları da onun arkasından giderek sömürüye dayalı yeni sistemin getirdiği bütün avantajlardan yararlanacaklardı.

Batı’nın yeni dönem emperyalist hevesleri ve uygulamaları karşısında önemsenebilecek bir itiraza tanık olmadık. Klasik Avrupa düşünce geleneğini temsil eden şairler, yazarlar, filozoflar 90’ların hemen başından itibaren üretilen yeni Doğulu imgesine bir kurtarıcı gibi sarıldı. Batı’nın kendi içinden yükselen bir muhalif hareket söz konusu olmadı. Düşman belliydi. İslam dünyasının şahsında (!) yeni bir düşman bulmanın rahatlığını hemen benimsediler. Buna karşılık Doğu’da daha karmaşık bir süreç yaşandı. Batı ile eş zamanlı olarak Doğu-İslam dünyasının ötekileştirilmesi hareketi Doğu’da da karşılık buldu. Ötekileştirme hareketinin İslam dünyası ile sınırlı olmadığı, Batı dışında kalan coğrafyaların yeni emperyalist saldırının hedefinde olduğu da açıktı. Amerika’nın Venezuela’ya müdahalesini bu bağlamda ele almamızın bir sakıncası yok. Amerika’nın Venezuela’ya karşı darbe girişimlerini sorgulayan kişinin Amerika Temsilciler Meclisi üyesi bir Doğulu Müslüman olması çok anlamlıdır. İlhan Ömer’in cesur çıkışlarına Trump’ın tehditle cevap vermesini önemsemeliyiz. Somali asıllı siyasetçinin faaliyetleri şimdilik sadece haber yazılarına konu olabiliyor.

ABD’nin Avrupa’yı yedeğine alarak İsrail’le birlikte kurmaya çalıştığı yeni sömürü sisteminin Türkiye’deki yansımaları da çok ilginçtir. Örneğin Amerika’nın Venezuela’ya müdahalesini mazur gören veya açıktan destekleyen birçok düşünce ve siyaset insanından bahsedebiliyoruz. Bu durumu Erdoğan düşmanlığı ile açıklamak doğru değildir. Erdoğan düşmanlığı, olsa olsa bir maske olabilir. Bunun konum belirleme arayışının neticesinde ortaya çıkan bir destek olduğu açıktır. Amerika öncülüğünde kurulmakta olan koalisyonun bir parçası olma arzusu hemen göze çarpıyor. Bu son cümleyi afakîlikle suçlayanlara FETÖ elebaşının Haçlılara övgü düzdüğü konuşmayı hatırlatırız. Haçlılar gibi lanetle anılan istilacılara övgü düzmek için Amerika’nın öncülük ettiği koalisyonun epeyce parçası olmak gerekir. Venezuela’ya darbe girişimlerini desteklemeyi de bu kategoriye dâhil etmek gerekir. Amerika’nın Türkiye’ye de benzer müdahalelerde bulunduğunu kitaplardan öğrenmedik. Bu müdahaleleri yaşayarak tecrübe ettik. Her iki müdahale, Amerika’nın kurmaya çalıştığı yeni hegemonya sisteminin bir yansımasıdır. Dolayısıyla kişisel ya da örgütsel tercihler de bu sistemin bir yansımasıdır.

İki kutuplu dünya sisteminde Türkiye, Amerika’nın yanında yer almıştı. Bu, devletler düzeyinde bir tercihti. Türkiye’de farklı istikamette herhangi bir yeni siyasî arayış söz konusu olduğunda hemen askerî darbe olurdu. Fakat Türkiye, Amerika’nın müdahalelerine karşı muhakkak bir yöntem geliştirmeliydi. 28 Şubat aslında Türkiye’yi uçurumun kenarına kadar getirmişti. Bu darbenin arkasında da Amerika-İsrail’in olduğu açıkça görüldüğü hâlde Türk entelektüel ve siyaset hayatında ciddî bir sarsıntı yaşanmadı. Hatta 28 Şubat’ta devrilmeye çalışılan siyasî iradenin geçmişte Amerika’yı desteklediği gibi rahatlatıcı fikirler dolaşıma sokuldu. Bu, bir meşrulaştırma işlemiydi. Fakat Gezi Parkı Kalkışması’nda Amerika, İsrail, Almanya, Fransa, İngiltere ile birlikteliği gizleme gereğini duymadılar.

Erdoğan, 2009’da “one minute” ile birlikte yeni bir dönemin kapısını açtı. Bu, Türkiye’nin Amerika öncülüğündeki sömürü sistemine karşı koymak manasını taşıyordu fakat onun bu cesur tavrına muhafazakâr, batıcı, laik, dindar, sol vs beyaz elitlerden destek gelmedi. 15 Temmuz’da açıkça görüldüğü gibi Erdoğan’ı sadece kitleler destekledi. Bu durum, Türkiye’de elitler düzeyinde Avrupa siyaset ve düşünce hayatının ciddî ölçüde etkili olduğunu gösterir. Sanat, edebiyat, sinema, felsefe hâlâ Avrupa ve Amerika’dan besleniyor.

Amerika’nın Venezuela’daki başarısızlığından rahatsızlık duymaları Türkiye’deki beklentilerinin gerçekleşmeyeceği endişesindendir.

#ABD
#Venezuela
#FETÖ
#İsrail